Evrenin Dansı

“Fenomenologlara göre; dünya, insanların yorumlarına veya ona yüklediği anlamlara bağlı olan “göreli” bir dünyadır.”

“Fenomenologlara göre; dünya, insanların yorumlarına veya ona yüklediği anlamlara bağlı olan “göreli” bir dünyadır.”

Onlar, şimdi birbirleri için varlar ve birbirlerini yaşıyorlar! Renk kartelâsında henüz kodlanmamış çok farklı bir lacivertin, giderek maviye, sonrasında turkuaza dönüştüğü bir ‘esir’ denizinde, güneşin yedi rengini taşıyan bedenleriyle, birbirleriyle sevgi içinde dans ediyorlar. Bu renkli bedenlerin bir ayini andıran dansları sırasında yarattıkları güzellikleri ve estetiği sözcüklerle anlatabilmek mümkün değil!

Bir milonga gecesinde yaşar gibiyim demek, bu görüngüyü tanımlamak için pek yavan olur. Diğer yandan dünyanın en ünlü dans topluluklarının sergiledikleri performans bile onlarınki yanında hayli sönük kalır. Bir flamingonun gönüllerde yarattığı coşku ve bedenlerde oluşturduğu dirilik bu olguyla boy ölçüşemez! Esasen kendine özgü bir ayini andıran bu ritüeller performansını bir dans olarak tanımlamak da yanlış olur kanaatimce. Sözcükler yetersiz kalsa da, bu âlemi, çaresiz, yine de onları kullanarak anlatmak mecburiyetindeyim.

Şimdi onlar, varlığı ancak ruhlarda duyumsanan tarifsiz ezgilerin eşliğinde, bir bütünün iki parçası gibiler. Ruhlarıyla birlikte dans ediyorlar; sanki ikisi bir bütünde ergimiş gibiler! Her ikisi de tekilleşmiş bir bedende sevgi ve ışık saçıyorlar. Güzelliklerle dolular, bunları ve ruhlarını akıtıyorlar birbirlerine.

Ön yargıları yok; birbirlerini yoklama, uyum sağlama ve belli bir mesafeyi koruma gibi koşullanmışlıkları ve kaygıları yok dans ederlerken. Bütün bu anlamsızlıklardan soyutlanmış bir halde, gönüllerince oluyorlar. Birbirlerini saran ne kolları, ne de figür atmak için ayakları ve ayak (oyunları!) var. Cinsiyetin ön plana çıktığı; kural ve kaidelerin; erkeğin baskın gücüne göre şekillendiği ve kadının yönetiminin erkeğe bırakıldığı bildiğimiz danslar oldukça ruh yoksunudurlar. Oysa onlar, sevgide ergitmişler erkeklik ve dişiliklerini; sevginin cinsiyeti olur mu, erkek başka, kadın başka mı sever? Diye sorgulatırcasına…

Onlar, bu lacivert sonsuzluğa her biri bir yerden gönüllerince ve sevgi bütünlüğü içinde giriyorlar. İçinde bulundukları ortamla bütünleşircesine erişim noktalarına doğru, kendi etraflarında döne döne, süzülerek ilerliyorlar ‘Kafkas gelinleri’ gibi.  Birbirlerine yaklaştıkça renkten renge giriyorlar; eteklerinde güneşin yedi rengi! Önce durup seyrediyorlar birbirlerini uzun uzun… Sonrasında, etrafında döneniyorlar birbirlerinin. Ardından, içinde bulundukları ruh durumlarına göre, bütün renklerde birleşiyorlar ayrı ayrı; bazen yeşilde sarıda, bazen morda turuncuda, bazen de gün ışığı gibi bir duruluğun içinde oluyorlar.

Mutlak bir cinsiyetleri yok gibi; o andaki ruh durumlarına göre; hem erkek, hem dişi olabiliyorlar. Renk değiştirmelerinden anlıyorum bunu. Birlikte yeşili yaşıyorlar bir anda; sonrasında sarı, kırmızı, mor ve diğer renkler geliyor birbiri ardınca. Renk dillerini çözemiyorum ama her rengin bir dili, bir ruh hali olduğunu sezinliyorum. Acaba renk dilleri bizimki gibi mi; kırmızı aşk, yeşil mutluluk, mavi özgürlük mü? Bilemiyorum ama sıcak renklerde daha hareketli ve boyutlu oluyorlar, soğuk renklerde ise ufalıp daha sakinleşiyorlar sanki. En güzel yanları da; o lacivert sonsuzlukta, gün ışığını andıran bir renge bürünmeleri; güneş gibi! Bu durumlarda bel kısımlarındaki boğum yok oluyor; bir anda, tek bir ışık küresi oluveriyorlar.

Fizik görünüşleri de ruh durumlarına göre şekilden şekle giriyor; bazen bedenleri, orta yerlerinden sıkılmış sekiz rakamını, bazen altın orana sahip güzel bir elipsi andırıyor. Birbirlerinde ergidikleri zamanlarda ise ateşten tek bir küre oluveriyorlar. Sevgide bütünleşme hali diye geçiyor içimden. Çift bu anlarda tekilleşiyor adeta…

Sonrasında ayrılıyor, uzaklaşıyorlar birbirlerinden. Bu anlarda ayrılığı yaşıyorlar; her biri, bir diğerinin özlemi içinde. Bulundukları yerde, etraflarında döneniyorlar ve renkten renge girip birbirlerine mesaj gönderiyorlar. Renklerle haberleşiyorlar sanki! Ardından, yeniden birlikte oluyorlar hiç ayrılmamış gibi; Buluşmaları öylesine sevgi dolu ki; sizi kendilerine çekiyor bir mıknatıs gibi! Bir an insanları; ‘’severken sevmeyi, sevilirken sevilmeyi ve yaşamımız boyunca da sevgiyi bilemeyişimizi düşünüyorum…’’ Özlem duygusu içindeyim! Ancak, beni bu duygu yoğunluğundan çekip alarak; kendi dünyalarına taşıyorlar; mutluluk huzur ve paylaşımı yaşıyorum!

Bir hayal dünyasında mıyım? Hiç de değil, rüya da değil bütün bunlar! Bir ortam ki; bir renk, bir ışık oyunu, bir varsanım mı? Ama bunlar da değil. Belki de bütün bunların hepsi! İçinde bulundukları bu lacivert ortam, menevişli gözler gibi; içindeki hareketlilik; ağaçların, rengârenk çiçeklerin sudaki şavklarını andırıyor; ancak ortada ne bir ağaç, ne de bir çiçek var. Bir yansıma değil bütün bunlar; ortamın özünde, varoluşunda. Bu ortam ne katı, ne sıvı, ne de gaz, bir ışık da değil üstelik! Belki de bütün bunların ötesinde farklı bir varoluş biçimi. bilemiyorum! Ama bu ortam; onların sevgi dolu, büyülü dünyası!..

Bir an,  “Cemil Bey havuza girmiyor musun? Bak aldığımız toplar ne güzel renklendirdi havuzu!” diyen hanımın sesiyle irkiliyorum. Uzandığım yerden doğrularak;

“Ben de deminden beri onları seyrediyorum!”

Cemal Çalımer

İçmeler- Marmaris / Eylül 2014

Şimşir Ormanı, Çat Deresi ve ZilkaleŞair Yahya Kemal Beyatlı, o muhteşem dizelerinde ‘’Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!’’ derken, ‘’Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.’’ diyordu.

 

Yorumlar
Kalan Karakter 800
Fethi Denizmen
Cemal, sen Marmaris'ten sakın ayrılma, evrenin tüm renkleri ile danslarına devam et ve yansıt gördüklerini, yaşadıklarını, hayallerini bu yazında olduğu gibi.