Şiddet! Cemal Çalımer yazdı

Şiddet, Türkçeye Arapçadan geçmiş bir kelimedir; sertlik, katılık, zorluk anlamlarındaki "şdd" kökünden gelir. Cahiliye dönemindeki insanlar arasında olağan sayılan toplumsal bir gerçekliktir. Bu dönemin Şairlerinden *Zevzeni; “… Ve insanlara zulmetmeyen zulme maruz kalır.” der.

 “Alt tarafı bir çiçek koklayıp, bir hayvan sahiplenip, birkaç insan sevip, gidecektik bu dünyadan. Nasıl kötü bir zamana denk geldi ömrümüz…   (Nazım Hikmet)

Şiddet sadece cahiliye insanına ve dönemine özgü değildir. İnsanlık tarihinin bütününe sinmiş süfli, acımasız ve çok çirkin bir olgudur. Şiddet bugün dahi insanların ve toplumların birbirlerine karşı acımasızca uygulamaktan çekinmedikleri idrak dışı bir eylemdir. Belki bu yüzden bütün dinlerde öldürmek, işkence yapmak, canlara eziyet etmek haram kılınmıştır.

Hal böyleyken, insan, bütün tarihi boyunca şiddete, zulme ve öldürmeye hız kesmeden devam edegelmiştir. Geriye baktığımızda, savaşsız, ölümsüz, şiddetsiz geçen süre devede kulak, hatta yok gibidir. Bunların en yaygın, en acı ve anlamsız olanı da iktidar ve hanedanlık cinayetleri ve katliamlarıdır. Tarih içinde doğusundan batısına bütün topluk ve toplumlarda (kabilesinden modern devletine kadar ) bu kanlı ve acımasız veraset ve iktidar savaşımı, insanları birbirine kırdırtırken, ne baba, ne oğul, ne kardeş ne de insan canı dinlemiştir. Bizim tarihimiz de bu konuda pek fakir sayılmaz. Bunlardan birini,  aşağıda bulacaksınız.  

II. Bayezid

II. Mehmet vefat ettiğinde, Amasya Sancakbeyi olan büyük oğlu Bayezid hacca gitmeye hazırlanıyordu. Vezirin gönderdiği bir tatar, babasının ölüm haberini getirdi. Fatih Sultan Mehmet, halefini bizzat tayin etmiş, yerine oğlu Bayezid’in geçmesini istemişti. Bu beklenmedik haber Bayezid’i kaygılandırdı ve içinde kuşkular yarattı. Dindarlığı onu hac farizasını yerine getirmeye iterken, bir yandan da tahtı bu kadar uzun süre boş bırakmayı tehlikeli buluyordu. Ancak dini duyguları ağır bastı ve Bayezid hem devletin hem de dinin gereklerini yerine getirmenin bir çaresini buldu. Vezire verdiği cevapta “kutsal hac görevini yerine getirmemenin elinde olmadığını, ancak yokluğunun devlete bir zarar getirmemesi için yerine oğlu Korkut’un Padişah olarak tanınması ve dönüşüne kadar ona itaat edilmesi görüşünde olduğunu” bildirdi.

Bayezid, mektubunun cevabını beklemeden Mekke’ye hareket etti. Paşalar da bu emre uyarak Korkut’a hünkâr olarak biat ettiler. Adı hutbelerde okundu ve adına sikkeler basıldı. Korkut, yumuşak başlı ve alçak gönüllü bir şehzade idi.  Güzel huyu ve yetenekleri nedeniyle Dedesi Fatih Sultan Mehmet onu iki yıldır yanına almak istiyordu.

Şehzade Korkut

Dokuz ay sonra Bayezid hacdan döndü ve ilk iş olarak oğluna ve devlet büyüklerine mektuplar yazdı. Korkut’un padişah olarak kalmasını rica ediyor, vezirlere ve paşalara ona itaat ve hizmet etmelerini öğütlüyordu. Kendisi için de İznik’te sakin bir hayat yaşamak istiyordu. Bayezid’in halk tarafından çok sevilen adeta tapılan oğlunun ihtirasından ve gücünden çekinerek mi böyle söylediği pek belli değildir. Ancak durum divanda tartışılarak Bayezid’in mutlaka padişah olması gerektiği doğrultusunda karar aldılar. Bu arada Paşalar Korkut’un tahtı bırakmayabileceğinden de korkuyorlardı. Bu yüzden onu yoklamaya karar verdiler ve Sadrazam huzura çıkarak şöyle konuştu:

“Şevketmeab Efendimizin ünlü pederleri Allah’ın izniyle Mekke’den dönmüşler ve Halep’e varmışlardır. Bu konuda arzularının ne olduğunu söylemek için durumu Şevketmeabımıza haber vermeyi görev bildik.”  Korkut şu karşılığı verdi:

“İmparatorluğa yapmış olduğunuz hizmetler, sadakatinizin kuşku götürmez kanıtlarıdır. Ancak bu tutarsız  konuşmanızla benim sadakatimden şüphe etmişe benziyorsunuz. Bana ihanet etmek amacından başka bir şey sezemiyorum sözlerinizde. Ne demek istiyorsunuz? Benden sadece, ruhunun selameti ve devletimizin iyiliği için yerine getirdiği hac farizasını eda edip dönünceye kadar yerine geçmemi ve saltanat işlerini onun adına yürütmemi istemiştir. Bunu kabul etmekle babamın arzusuna itaat etmekten başka bir şey yapmadım, imparatorluk onundur, gelip geri alsın; asamı bırakıyorum ve bundan böyle kendimi sadece padişahımızın oğlu ve bendesi sayıyorum.”

Birkaç gün sonra, Bayezid’in döndüğü haberi üzerine, Korkut Anadolu’ya geçti ve bütün vezirler ve saray ileri gelenleriyle birlikte İznik civarında Padişahı karşılamaya çıktı. Kendisine saygılarını sundu ve bütün maiyetindekilerin de aynı şeyi yapmalarını istedi. Minberi getirtti ve babasını elinden tutarak tahta oturttu. Sonrasında insanlara dönerek onlara şöyle dedi:

“İşte babam ve Efendim; onun şahsında siz de efendinizi ve Osmanlıların padişahını görüyorsunuz. Bende şimdiye kadar görmüş olduğunuz onun gölgesinden başka bir şey değildi. Güneş çıkınca gölge kaybolur. Kısacası, sadece ona itaat edecek, onu sayacaksınız.”

Sonrasında, babasına İstanbul’a kadar eşlik etti. Ertesi günü Korkut, adeta bir padişah gibi büyük törenlerle uğurlanarak Manisa’ya hareket etti ve kendisine yüklü bir tahsisat bağlandı.

Yavuz Sultan Selim

Bayezid’in altı oğlu vardı: Ahmet, Mehmet, Selim, Şahinşah, Alemşah ve Korkut. Mehmet’in çok keskin zekâlı, kavrayışlı ve soylu eğilimlere sahip olduğu babasının yerine imparatorluğun başına geçmeye en çok onun layık olduğu söylenmiştir. Ancak halkın kendisine karşı beslediği büyük sevgi ölümünü çabuklaştırmıştır. Bayezid onu kardeşi Ahmet’e zehirlettirir. Sorasında çok üzülür ve arkasından gözyaşı döker. Ve katili ömür boyu hapse mahkûm ettirir.

Yavuz Sultan Selim, babası Bayezid’in Amasya valisi bulunduğu sırada dünyaya gelmiş ve kırk altı yaşındayken tahta çıkmıştır. Taht için babasıyla savaşan, yeniçeri tarafından tutulan bu mağrur, hırslı ve şedit bu adamın karşısına hiçbir kardeşi çıkmak istemedi. Ancak can kaygısıyla silaha sarılan Ahmet oldu. Giriştikleri çatışmada Selim Ahmet’i yakalatarak oracıkta boğdurttu.

Birkaç gün sonra Selim, muzaffer ordusu ile Korkut’un üzerine yürüdü. Korkut, filozof ve çelebi yaradılışlı, halim-selim bir insandı. İnsanlara sevgi ve saygı içindeydi. Saltanatla, büyüklenmelerle bir işi yoktu. Selim’den yaşça büyük olmasına rağmen ona kendi isteği ile boyun eğmişti. Kendi dünyasında mutlu, halinden memnun bir ağırbaşlılığa sahipti. Ne servet ne ikbal peşindeydi ne de elini saygı beslemesi gereken bir insanın kanına bulamak istiyordu. Fakat itaatinin boşuna olduğunu ve Selim’in nasıl olsa kanına susamış olduğunu görünce alelacele toplayabildiği askerleriyle yenmek isteğinden çok öcünü almadan ölmemek isteğiyle kardeşinin karşısına çıktı. Askerleri çok geçmeden bozguna uğradı ve kendisini terk etti. Uzunca bir süre geceleri çöllerde ve ıssız yollarda dolaşmak ve gündüzleri karanlık mağaralarda saklanmak zorunda kaldı. Görünüşe bakılırsa Cem gibi Hristiyanlara sığınmayı düşünüyordu. Selim buna engel olmak için o kadar çok insanı seferber edip peşine düşürdü ki, Korkut nihayet bir asker tarafından İstanoz’da (Korkut-ili) bir mağarada bulunarak yakalandı. Selimin huzuruna getirildi. Selim, kardeşinin kendisini savunmasına fırsat vermeden ve bütün yalvarmalarına kulak tıkayarak onu cellatlara teslim etti ve hemen oracıkta boğdurttu.

Şiddet! Cemal Çalımer yazdı resim: 0

(Şehzade Korkut)

Korkut, dönemin kaynaklarında, siyasî kimliği yanında ilme, edebiyata, şiire düşkünlüğü ve yazdığı eserlerle takdir edilen biri olarak anlatılır. Orta boylu, kumral, zayıf cüsseli olarak tarif edilir. Arapça ’ya hâkim olan ve eserlerini bu dille yazan Korkut’un ayrıca musikiyle de uğraştığı, her türlü sazı çalabildiği, hatta “gıdâ-ı rûh” adlı bir saz icat ettiği bilinir. Dinî meselelerde derin bir hoşgörüye sahip olan Korkut adını, dedesi Fatih’in ‘Dede Korkut’a olan saygısı nedeniyle, ondan almıştır. Korkut, telif eserleri olan ilk ve tek hanedan üyesidir.

Selim elli dört yıl yaşamıştır. Dokuz yıl sekiz ay saltanat sürmüştür. Kahramanları kahraman yapan bütün nitelikler onda vardı. Kararlılık, yaratıcı zekâ, beden gücü… İşleri yönetmekte ustaydı. Hizipleri ve komploları ortaya çıkarmakta üstüne yoktu. Kurnaz ve iş bilir hafiyeleri vardı. Tebdil gezer, yasalara ve emirlere uyulup uyulmadığını denetlerdi. Suçluları şiddetle cezalandırırdı. Eğer acımasızlığı, şedit ve öfkeli mizacı erdemlerini örtmemiş olsaydı Selim muhakkak ölümsüz övgülere layık olurdu. Yavuz lakabı kendisine bu yüzden verilmiştir.

Amasya’da aslı olmayan bir kalkışma üzerine olay yerine gönderdiği Ferhat Paşaya şehrin bütün ileri gelenlerini kazığa oturtması için emir gönderdi. Bu düşünmeden verilen acımasız emir hiçbir suçları olmayan altı yüz seçkin kişinin hayatına mal oldu. Acımasızca idam edilen bu altı yüz kişiden başka, birçok insanın da başı kesildi ve daha başkaları atların kuyruklarına bağlanarak sokaklarda sürüklendiler. Yavuz adı bugün dahi insanların önemli bir kısmı tarafından cebir ve şiddetle anılır. Mısır seferinin hem öncesinde, hem sonrasında korkunç bir şiddet vardır ve on binlerle kafa bedeninden acımasızca koparılmıştır.  

Selim, İstanbul’da yüz altmış bin kişinin ölümüne yol açan veba salgınından kurtulmak için Edirne’ye gitti. Su-aştı köyüne vardığında hummaya yakalandı. Ertesi günü kalçasında bir çıban çıktı. Yetenekli bir cerrah apseyi yardı ilaçlar tatbik etti ancak yara öylesine işledi ki bütün vücudunu sardı. (şir pençe – aslanpençesi) nihayet kırk gün tarifsiz ıstıraplar içinde kıvrandıktan sonra kendini kaybetti ve son nefesini verdi.

Ve gün geldi; Selim’in mezar taşına şunlar yazıldı:

“Bu yıl Selim dünya padişahlığını Süleyman’a bırakarak ahiret âlemine göç etti.”

Ancak sonrasında, Süleyman’a da kalmadı Dünya…

                                                                                                       Aralık 2023, İçmeler-Marmaris

Kaynak:

Şiar Yalçın, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi

Halil İnalcık, Osmanlılar

Johannes Leunclavius, Türk Milletinin Tarihi

TDV İslam Ansiklopedisi

Wiki-pedia Ansiklopedisi

Etiketler Cemal Çalımer
Yorumlar
Kalan Karakter 800