Yokuş Aşağı

Kimse yetişemiyor artık dünyanın hızına. Bir ilerliyoruz ki son sürat. Tam gaz, yuvarlanarak... Görünmeyen savaş uçakları, demir kubbe, CERN tüneli, yapay zeka, çöle yağmur yağdırma... Jules Verne'i hayretler içinde bırakacak işleri ardı ardına yapıyoruz.

Bu işlere enerji yetişmeyince de gidip doğayı kurcalıyoruz. Akarsu yataklarını değiştiriyoruz, barajlar kuruyoruz, suları tutuyoruz. İnsanlığa ait olduğu şüpheli, bize - yani şu bir veya iki kuşağa - ait olmadığı ise kesin olan dünyanın kaynaklarını tüketiyoruz.

Dünya yetmiyor, sıra bize geliyor. Kendimizi kurcalıyoruz. Yatıp kalkıp değerler değiştiriyoruz. Sisin, tozun, kara bir bulutun içinde kayboluyoruz. Bir arada duramıyoruz, birbirimizi kaybediyoruz. Bugün çok seviyoruz, yarın dövüyoruz, öbür gün gömüyoruz. Yalnızlaşıyoruz.

Bu yalnızlık içinde kolay avlara dönüşüyoruz.

İsviçreli bilim adamları her gün değil, her saat bir şey keşfediyor. Düne kadar doğru sandığın her şey meğer ne kadar yanlış! Ama bir hafta sonra bakıyorsun ki yeni doğrular da baştan aşağı yanlışmış. Modayı takip etmekte zorlanıyoruz. Bütün bunlar içinde kaybolmuşken psikoloji camiası bize sıradan her hareketimizi bambaşka bir isimle işaret ediyor. Neyi düşünüp konuşacağımızı şaşırıyoruz.

Hepsinin ortak paydasında, görünen amacında 'bize bir şeyleri daha da kolaylaştırmak' var bunların, baktığında.

Hepimizin bildiği bir eğri var ya... Hani anam - babam usulu her şeye saldırılan, hakir gösteren, avam gösteren ciddi bir dönem geldi ve geçti içimizden. "Siz hala annenizin..?" reklam sloganı, bu dönemi acayip iyi anlatır.

Elimizdeki her şeyi çöpe attırdılar. Yenilerini sattılar. Yeni tava, yeni hava, yepyeni değerler...

İlerleme kayıtları deşifre olur tabii zamanla. Uzay çağının teflon tavaları nasıl bir bakmışsın ki kansere götürüyor... Ait olmadığımız havaya girdiğimizde de altımızdaki zemin yavaş yavaş kayboluyor. Düşüyoruz, kolumuz bacağımız kırılıyor.

Yepyeni değerlerin vardığı nokta her diyaloğun içinde var. Her köşede, her gazete haberinde. Bunları yazmak bile gereksiz geliyor.

20 senedir, - hele ki ilk senelerinde - çok demode, sıkıcı ve babaanne işi görülen 'geleneksel gıda' üzerine yazıyorum ben.

Hiçbir modaya aldırış etmeden, çok senelerdir, mesela sineklerin fermantasyonu ile oluşan gerçek sirkenin, kolay kabaran hazır mayalar yerine ekşi mayanın, modern damlalar yerine şirden mayasının, günde 65 litre süt veren Jersey gibi 'son moda' inekler yerine 10 - 15 kiloyu zor veren yerel cinslerin önemini yazıyorum.

Basitçe gelenekselin peşindeyim. Hepimiz öyleyiz, senelerce...

İşin içine çocuklar giriyor bir yerde. Gözünü sağa doğru biraz fazlaca deviren çocuklarda HBR sendromu olduğuna dair; ve tabii bu sendromu tetikleyen bir başka sendromunun da anne ve babalarda olduğuna dair saçılanları dinliyorum. Sabah uyanıp sendrom icat eden çocuk gelişimcilerinin; en kıymetli varlıkları üzerinden sömürdüğü annelerle ve babalarla, galiba herkesten çok ben konuşuyorum.

Bilmem ne hocanın gelişimsel ilişim teorisi çıkmış? Şudur budur... Üstelik şu ve şu çok övüyor. (Neden acaba?)

Çocukları durmadan çözümlemeye çalışırsak hem onlarda hem de kendimizde seksen bin tane deformasyon bulabileceğimizi, sonucunda da hem kendimizi hem onları kahredeceğimizi anlatmaya çalışıyorum. Güzel bir yoğurtlu kurabiye pişirerek epeyce derdi aslında kolayca çözebileceğimizi filan... Rahatça nefes alınabilecek bir alan bırakmayı, hem çocuklarımıza - hem kendimize... Basit, gayet geleneksel tavsiyeler yani özetle. Bilimsel bir sosa batırılmış fantezileriyle anne - baba & çocuk arasındaki ilişkiyi bozanlardan ise fena halde nefret ediyorum. İlişimsel gelişim bilmem nesinin on seanslık terapisini kaç bin dolara satmanın uğruna aile kurumunu perişan etmenin, ufacık bir şey danışan annelerin içine kurt düşürüp adını fihriste düzenli müşteri kaydetmenin zincirleme felakete varabileceğini, varıyor olduğunu ve - tebrikler - vardığını aktarmaya çabalıyorum.

An kavramını kaybettik, sınırları kaybettik, abandone olduk hepimiz. Bunun sonuçlarından korkuyorum.

Dijitalleşmek, özgürleşmek, bunlar müthiş şeyler. Kırmızı uygulamada İngiltere prensinin ailevi sorunlarını takip ederken yeşil uygulamada konuyu kıtalararası arkadaşlarımızla tartışıyor; mavi uygulamada ise çamaşırlarımızı yıkamaya başlıyoruz. Aynı anda çok fazla iş yapıyoruz, kaybolan mesafeler, her bir update, yepyeni mucizeler... Bunlara sahiden de uyumlanabiliyor muyuz? İnsan naturası bu kaybolan zaman kavramına, bütün sosyal çevre ile 7/24 aynı salon içinde oturmaya, kaybolan uzaklık kavramına filan alışabiliyor mu öyle kolayca? Arıyor mu bunları yoksa? Arıyorsa eksikliği neler getiriyor, getirecek? "Bilmiyoruz" diyoruz ama hepimiz içten içe biliyoruz.

"Ah 50'ler, ah şu 60'lar, 70'ler" nostaljisi değil bu. Yaşlanan her kuşağın 'ah şu' tuzağına düştüğünü elbette biliyorum.

Fakat yakın veya uzak hiçbir dönemde, temiz ve kirlenmemiş bir arkadaşlığın, mesela, evliliğe dönüşmesinin, gençler için ulaşılması en güç hayallerden biri haline geldiğini ne duydum ne de okudum. İyi sinyaller değil bunlar. Herkes hemfikir.

İlerleme diye satılan şeyin soktuğu çarpık ve tuhaf bir yolda durup soluklanmayı, telefonu sehpaya koyup gerçek şeyleri konuşalım istiyorum.

Sağlık konuşalım. Bebeğinin gazı mı var, zeytinyağını ısıt - güzelce ovala, mesela bunu konuşalım.

Kulağı mı ağrıyor, pişmiş soğan, bir tülbent, sarıp koy, o kulağın üstüne yatır. Bunları konuşalım. Doğrudur bunlar.

Gıdayı konuşalım. Evde salça yapmak, evde dondurarak sucuk yapmak. Bunlar doğrudur.

Reçeli - sirkeyi evde yapmanız doğru olandır.

Ekmeği evinizde - iptidai de olsa - yani en basit yolla bile pişirmeniz en doğru olanıdır.

Sevgi, merhamet, vicdan, ahlak, adalet,

onur, gurur, nezaket... doğru olandır.

Komşuluk çok tatlıdır, doğrudur.

Arkadaşlık, tek eşlilik, sadakat... Bunlar doğru olanlardır.

Annelik ve babalık kadar büyükannelik ve dedelik de çok değerlidir; bunlar sorumluluk gerektirir, riayet etmek en doğru olandır.

Zamanı doğru kullanmak, bireyselliğe dalmadan bunu toplum için kullanmak doğru olandır.

Hiçliği, haddi, hamdı, menzili ve vicdanı nüvemizde tutmak doğru olandır.

'Güzel erdemler' deyince "oooo gericilik" filan gibi algılamak ise yanlıştır.

Asıl ilerleyenler bugün bir toprağa sahip olanlardır. Ailesine değer yükleyenlerdir. Evlatlarına doğru model olanlardır. Büyüklerine saygı gösterenlerdir. Toplumda ilgisiz ya da cahil kalmış bir fert için zamanını ve emeğini harcayanlardır.

Bencilleşmeyenlerdir. Özünden uzak olmayanlardır.

Size verilen tavsiye, öneri, kişisel destek filan...

Denenmişin süzüp getirdiği geleneksele aykırı olduğunu gördüğünüzde, yeniden değerlendirmenizi rica ediyorum.

* * *

Burada yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, yetkili kuruluşlar tarafından kişilerin risk ve getiri tercihleri dikkate alınarak kişiye özel sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler ise genel niteliktedir. Bu tavsiyeler mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir.
Yorumlar
Kalan Karakter 800