Dönüşüm...

Haftalar haftaları kovalıyor. Sorunlar birbirini kovalıyor. Sonra hepsi birleşip beni kovalıyor, bitmiyor. Sistemsizlik ve kontrolsüzlük yeni sorunları doğuruyor. Eskilerini büyütüyor. Hepsi kar topu gibi büyüyor.

Haftalar haftaları kovalıyor. Sorunlar birbirini kovalıyor. Sonra hepsi birleşip beni kovalıyor, bitmiyor.

Sistemsizlik ve kontrolsüzlük yeni sorunları doğuruyor. Eskilerini büyütüyor. Hepsi kar topu gibi büyüyor. 

Herkes her şeyin farkında... Gerçekten ruhum yoruldu. Kafam yoruldu.  

En çok yoranın da sahiden sosyal medyanın kendisi olduğunu tespit ettim. Sildim, kurtuldum...

'Ne zaman düzelecek’- 'Şu zaman düzelecek' filan derken, hayat pencerenin dışında akıp gidiyor. Siz de unutmayın ve kaçırmayın lütfen. 

Birkaç haftadır üst üste yazılara konu ettiğim şey yaşamın kendisi oldu. En değerli şeylerin henüz edinilmemiş anılar, görülmemiş yerler, okunmamış kitaplar ve oluşmamış sohbetler olduğunu düşünüyorum. İster galaksi bazından olsun ister dünyanın yaşından; isterse de ölçeği uygarlığın çağlarından... Gerçekten, çok ufacık varlıklarız. Kısacık bir ömür biçilmiş tek tek her birimize. Bu kısacık ömrü de dinmeyen hırsa, öfkeye, aynı ve benzer kötücül duygulara harcamayalım bence. Bir karara vardınız mı kafamızda? Tamamdır, gerisini bırakın. 

Mahveden ve yaşama sevincinizi öldüren bir kaosa kendinizi geceli gündüzlü sokmayın. Rehabilite edilemeyen yaralar ruhta açıldığında bedenin de onu takip ettiğini biliyorsunuz. Dünya gailesi ile yaşama tutunma sevincimiz- çabamız arasında kalınca bir çizgi olmalı. Tüm dinamikler ve tüm yaşananlar bir tarafta; hayat ise diğer tarafta... 

Kendi hikayemi anlatırken sanki çok özel bir insanmışım gibi düşünmedim asla. Ama bana ait hikâye de benim bildiğim en iyi hikâye... O yüzden hep oradan yazdım, şimdi de yine oradan yazacağım. 

-’Beş bin yıllık eti evlerinden değil ama; selam olsun babama.’

Bizim evden, çocukluğumdan, sanırım ki sizin de çocukluğunuzdan.

İkisi de memur anne- baba. Aksaray'da son derece ama son derece normal bir ev. Bir salon, iki de odası var, sobalı, banyo filan da sobalı. Gelirimiz belli, giderimiz belli. Memura ait ne imtiyaz varsa elbette kullanıyoruz. Sağlığımız emekli sandığının güvencesinde. 

Mahalledeki devlet okuluna gidiyoruz, İskenderpaşa. 

Yemeğimiz, soframız daima birbirine ikameli. İsteğimize göre değil çarşının- pazarın haline göre elbette. Palamut akını varsa palamut, bol kırmızı soğan var sofrada. Hamsi varsa hamsi var. Kurtuluş'taki kasaplardan bonfile biftek aldığımızı hatırlamıyorum. Kıyma, kuşbaşı bir de tabii annemin efsanevi aşkı envai çeşit sakatat... Dil, beyin, dalak, böbrek, ciğer, koç yumurtası, şu, bu... Kendimi bildiğim yaşa gelene kadar bunları öyle kadar çok yedim ki bir ömre yetti sanırım. Sonrasında bir kez bile yemedim.

Envai çeşit de tarif... Çoğu zaman en basit hallerde. Annem için yemeğin birincil amacı iyi beslenmek. Fosfor lazımsa şu, keratin ise bu, demir ise bakla, potasyum ise patates. Hepsi daima gündemdeydi. Annem de arzın bolluğuna göre tıpkı bir ekonomist edası ile mutfak orkestrası yönetirdi. Formüller geliştirirdi. Ezine + yumurta + tereyağı değil de lorlu tereyağlı tek yumurta gibi formüller... 

Ev ekonomisini iyi oluşturduğunuzda bambaşka bir dünya çıkar karşınıza. Her şeyin %50'sinin bile yettiğini fark ettiğiniz bir dünya görüşü çıkar. İyidir bu. Paranız isterse bol olsun isterse pek olmasın; bir gerçek de var çünkü ortada. Dünyanın kaynağında bir sınır var. Ve çocuklarınız var, gelecek olan nesillerimiz var. Mars kolonileri makul bir gelecek fikri değil sanki. Öyle ise kreşten başlayan bazı derslerin de artık olması gerek.  

Kurabilseydim Nurcan Kaftancıoğlu Tasarruf ve Sorumluluk Enstitüsü'nün var olmasını ciddiyetle isterdim. Dekanlığı da hiç tartışmasız anneme teklif ederdim.  Maalesef uzun iş, uzun süreç... Ben birkaç konuyu buradan hatırlatayım isterim. 

Azaltma, yeniden kullanma ve geri dönüştürme üçlüsünün yaşamınızın her saniyesine nüfuzu ile sadece bütçenizi derli toplu tutmaz, aynı zamanda dünyaya katkı sağlarsınız. Duyar kasmaz, duyarlı olursunuz. Gerçek anlamda. 

Sağlığınızdan kısamazsınız. Kısmayın da zaten. Ama fuzuli olan, ithal olan ürün ne varsa fantezi nişine çekin. İthalat, bütün ülkeler için ne kadar azaltılabilirse o kadar iyi bir sistem. Yerele ve yerli üretime (üreticiye, satıcıya değil) destek vermeniz üç kişi yerine binlerce kişinin ekmek yemesini, sektörlerin devamlılığını ve ileriye yürüyebilmeleri için cesaret bulmalarını sağlar. Sağlıyor!

Konu sadece fiyatlar değil. Zincirleme bir kazaya maruz kaldık. On altıncı senesine giren İpek Hanım Çiftliği ile oluşumundan beri belki de ilk kez zincir marketlerin ve milyonlarca satıcının fiyatları altındayız. Hem de ürün gamının nerede ise %80'inde. Bu hayli tuhaf durumu nasıl değerlendireyim bilmiyorum. Kimseye akıl vermek de haddime değil.

Fakat gıda ürünlerinin ihracatına hemen, çok ciddi sınırlama getirilmeli. Döviz girdisine itirazım elbette olamaz. Fakat memleketin tüm gıdası son sürat ihraç ediliyor tam şu anda. Kıtlık yokken kıtlığa düşmemiz olası. 

Gıda ithalatına da yine bence ciddi bir sınır konulmalı. Ancak zaruri halde, o da minimumda tutulmalı. İthal ürünün fiyatı ile oluşan algı bin senelik geleneksel gıdanın fiyatını da yükseltiyor. O 300'e satıyor ise biz de 200'e çekelim durumu...

Ekilmeyen, dikilmeyen devlete ait neresi varsa ıslahı için konuşlandırılması, programına katkıda bulunulması gerekiyor. 

Su azalıyor. Tüm sebze cinslerinde sulu tarımdan, salma sulamalardan acil dönüşümler yapılması gerekiyor. Bir kepçe su ile çöl toprağında büyüyen domates var. Desteğin cinslere göre açıklanması gerekiyor. 

Tarım yapılabilir tüm alanlar sıkı kontrollü işletme şartı ile köylüye çok cüzi bir bedel ile, geri ödeme programı ile; hatta belki belirli süreli dikim karşılığında hibe ile verilmeli. Bugün ve şimdi. "Bin yıl geçse bile burası imara açılmayacak" şartı da gerekirse anayasaya eklenmeli. 

Lüzumsuz ışıklandırmanın, abartılı su kullanımının acil sonlandırılması gerek. Evlerdeki elektrik ve su kullanımı bile... "Param var, yiyorum" modu belli ki kendi kendine düzelmiyor. Yeni neslin ise bu moda hiç girmemesi için belki tüm müfredatın sil baştan yazılması gerekiyor. 

Ambalaj sektörü. Bir an önce eskiye dönülmesi şart. Minik minicik gramajların, milyonlarca fazla ambalajın dönüp durmasının kimseye bir faydası olmuyor. Tüm sektörlerdeki ambalajlama üzerine endüstri mühendislerinin, ekonomistlerin, sağlıkçıların çalıştay düzenlemesi gerekiyor. 

Marka, içerik ve sertifika kontrolleri en üste çekilmeli. Katkı ve hile tam şu anda had safhada. Piyasadaki zeytinyağlarının belki %70'i aslında başka yağ + boya + aroma. Bu raddeye geldiğine hiç şahit olmadığımız bir dünya oluştu. 

Hepsi acil ve hepsi önemli. Ne ekonomistim ben ne de kanaat önderi ama enerjimizi toplayalım. Sakin ve derli toplu mücadele edelim. Sanayi, ticaret vs. bütün sektörleri anlarım. Fakat söz konusu mutfağınızdaki yangın ise kim olursa olsun bunu durdurmak zorunda. 

Yeni seneye yaklaşıyoruz. Ben hala umutlar taşıyorum.

Huzurlu, nispeten sakin, herkes için umut dolu bir hafta diliyorum... 

 

Tatlı Yol...Hiçbir şey kolay olmadı ki şimdi zor olsun. Ülkenin tamamında, hepinizde, hepimizde, belki de bütün kişisel tarihçelerimizde bu hep böyle... Daha önce söylenmiş bir söz gibi, 'Ne dem baki ne de gam bu dünyada!' Bu da geçer elbet…

 

 

Etiketler Hayata Dair
Yorumlar
Kalan Karakter 800