Boğaz'ın anılarda kalan renkli insanları

Sarıyer’de doğdum büyüdüm, binlerce anılarla bezenmiş çocukluk ve gençlik yıllarımdan kalan güzelliklerden biri de o renkli insanlardı, yani, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler...

Hatta sanki Sarıyer merkezde çoğunluk nüfus onlardaydı, özellikle yaz aylarında, belki de genellikle vakitlerini dışarıda geçirdiklerinden olsa gerek. 

Sabahları Kumsal bahçesine, gündüzleri mesire yerlerine, akşamları piyasa caddesinde ve balık lokantalarına. Bir kısmı Şişli, Teşvikiye gibi semtlerde oturan bu güzel insanlar uzun yaz tatillerini geçirmek üzere Sarıyer, Büyükdere ve Tarabya’ya gelirlerdi. O devirde, yani 1950 ve 60’lı yıllarda okullar mayıs sonu kapanır, ekim başı açılırdı, hatta üniversitelerde eğitim kasım başında başlardı.

Hayat çok daha güzeldi onlarla, yaşamasını, hayattan tat almayı bildikleri gibi, dost canlısıydılar, yardımseverlerdi, saygıya sevgiye dayanan insani değerleri, özellikleri vardı. Sabah erkenden kalkarlar, çay bahçelerine giderler, kahvaltılar sohbetler, Sarıyer-Büyükdere arasındaki Piyasa caddesinde havlularını deniz kenarındaki taşlık yerlere koyup, kadınlı erkekli mayoları ile güneşlenir denize girerlerdi. Bir kısmı da bugün mevcut olmayan efsanevi Beyaz Park’da, o zamanın tabiri ile deniz banyosu alırlardı. Ne güzel ne candan dostluklar, arkadaşlıklar, meyhane sohbetleri yaşamıştık hep birlikte. Büyükdere de bir kilise vardı, enstrüman çalan arkadaşlarla zaman zaman oraya gider, hem eğlenir hem de yeni dansları öğrenmeye çalışırdık, rock’n roll, twist, cha cha cha gibi... Çok çok güzel günlerdi.

Büyükdere sanki bir Rum muhitiydi, sahil boyu Rum lokantaları sıralanmıştı, meyhane denirdi onlara, ancak çoğunlukla ailecek işletilirdi, kızları garson, anneleri aşçı, babanın da ortalarda durup gezindiği, misafirlerle sohbet ettiği türden meyhanelerdi. Rumlar belki de dünyanın  en güzel meze yapan insanları, masaya minik minik mezeler donanır, bugünün Michelin yıldızlı tadımlık restoranları misali. Her masada da mutlaka çiçek olurdu. 

Tarabya sahili de balık lokantaları bakımından çok zengindi. Hele bir tanesi vardı, “Şe Hristo”, gençler yürürdük Sarıyer’den, son derece memnun mutlu kalkardık masadan o güler yüzlü insanların sunduğu o  şahane mezeler ve balıklarla... Lüfer ve Pisi balığı ızgarası muhteşem olurdu. 

Her şeyden güzeli insanların sevgi saygı dolu, nazik ve zarif olmasıydı karşılıklı olarak. Kim bilir belki de özlediğimiz samimiyet, saygı, sevgi, zarafet ve de anılarda kalan Boğaz’ın balıkları ile, ilaçsız suni gübresiz lezzetler, yoksa kimlik hiç de önemli değil.

Boğaz’ın anılarda kalan balıkları Boğaz’ın anılarda kalan balıkları Bugünün dünyasında tüm denizlerdeki hayat, insan merkezli politikalar ve nüfusun hızlı artışı, gelişen sanayi, kirlilik ve yapılaşma nedenleri ile giderek yok olmakta.

1981 Eylül, Pire Limanı’ndayım, Deniz Nakliyat’ın gemi liman acentesi İstanbul’dan gitme Rum. Bir gün beni bir semte getirdi, tamamı neredeyse İstanbullu Rumlar, nasıl dostane sohbetler ağırlamalar ve hasret dolu anılardaki hikayeleri doğup büyüdükleri, aşklarını yaşadıkları topraklar hakkında. Bende o renkli insanların duyguları, Boğaz özlemleri derin izler bırakmıştı. 

Benzer duyguları, neşe kaynağımız Börekçi dediğimiz, Sarıyer’in göz bebeklerinden sanayici ve ihracatçı Ahmet Çetin Derviş’in yazdığı “Bir baba, bir ömür, bir kitap” isimli, dostları ile paylaştığı kitabında da Atina seyahatlerinde yaşadığını okumuştum. Eski dostları İstamat, İspiro, eski futbolcu arkadaşları Kasapoğlu, Koço ve Ruli niceleri…

İşte konu kitaptan bir alıntı; “Yaşadıkları yerde başka bir insan gibiydiler. Orada doğanlardan değildiler ve kimileri de yanlış yaptığını söylemekten çekinmiyordu. Mahalleleri, kahveleri, lokantaları, pastaneleri, komşuları hep aynıydı. Halen aynı durum devam ediyor desem pek de abartmış olmam” 

İlginç bir anımı anlatmasam olmaz! Bir yaz günü, sene 1975, abim Metin Denizmen ile birlikte seyahatteyiz. Uçağımız Paris’e geç saatlerde inmişti. Son anda karar verdiğimizden otel rezervasyonumuz da yoktu. Neyse Havalimanında bir oda rezerve ettik. Kızcağız yazdı otel adresini bir kağıda tutuşturdu elime, giderken de “Sabah uyandığınızda kendinizi Champs Elysee köşesinde bulacaksınız.’’ dedi.

Otele vardığımızda isminin L’Athena ya da buna benzer bir isim olduğunu gören abim önce niye beni Yunan otele getirdin demeye başladı, ama durması bitmedi. Resepsiyondaki tek başına duran görevli ile hem konuşuyor hem de pasaport bilgilerini dolduruyordum. Abimin sinirlenme nedeni daha bir sene önce Kıbrıs’taki  yaşanmışlıklardı. Abim resepsiyondaki kişiye söylenmeye devam ederken adam birden abime döndü ve Türkçe olarak “Kahvaltınızı saat kaçta istersiniz?” diye sordu kibar bir ses tonuyla. Abim bir şey diyemeyince ben saat 9 deyiverdim. 

Ertesi sabah, verdiğim saatte, kapı çalındı, ikimizde yeni uyanıyorduk, kapıyı açtım, beyaz mini giysili genç güzel bir kız, beraberinde harika donatılmış bir kahvaltı, biz, şaşkın ördek misali, mahmur gözle ne oluyoruz diyemeden kız içeri girdi, masaya kahvaltımızı bıraktı, çaylarımız kahvelerimiz ve dahi tabii kruvasanlar! Kız öylesine tatlı dille Fransızca bir şeyler söylüyordu ki, anlamasak bile hayranlıkla izliyorduk.

İki gecelik konaklama sonrası  ayrılırken abim ile resepsiyonist dost olmuşlardı bile, o da İstanbullu bir Rumdu elbette.       

Nereden mi hatırladım bugün bunları, bir dostumuz kısa bir video göndermiş, eski Rumlarla ilgili , işte bu videoyu izleyince anılara daldım, bu arkadaşlıklara ve dostluklara.. Bugün belki büyük bir kısmını görmüyorum yıllar yılı…

Beş dakikalık video

İstanbul'um tadım tuzum hayatım

Üniversite günlerimde eş dost çocuklarına birebir özel dersler verirdim, bunların arasında biri vardı ki bana sonraki yıllarda güzel bir anı yaşatmıştı. on beş yaşlarında bir Yahudi kızı, adı Liza. Aradan belki kırk yıl ya da fazla geçmişti, bir gün yine o arkadaş grubundaki birini ziyarete gittiğimizde, ki ona da ders vermiştim, sanırım matematik, “Fetikos” dedi “Biliyor musun Liza seni hiç unutmadı ve bugün senin beni ziyarete geleceğini öğrendi ve sana sürprizi olacak.”

Gece yarısına yaklaşıyordu saatler, hatta kalkmaya hazırlanıyorduk ki kapı çaldı, gelen Liza idi, yanında kocası ve çocukları ile, gecenin o ilerleyen saatinde oturdukları Kurtuluş’tan kalkmışlar Kozyatağı semtine gelmişlerdi, sırf beni görebilmek için.

Yazıyı Adalı Mediş’in  bir yazımdaki sözleri ile noktalamak isterim;

‘’Onlar Gidince Yavan Kaldık’’ ''Heybeliada’da doğup büyüyen biri olarak kendimi şanslı hissediyorum, doğasıyla, deniziyle, balıklarıyla, kültürüyle, insanlarıyla (Rumlar, Yahudiler) çok güzel bir mozaiğe sahipti. Onlarla bir arada kardeşçe yaşamak çok keyifliydi. Hele paskalyalarında bize paskalya çöreği (sakızlı, mahlepli) ikram ederlerdi ki tadı hala damağımda, şimdi öylesi asla yok. Beyaz peynirimizi mösyö Andon’dan, beyaz gömlekli pırıl pırıl kasap Toma’dan etleri, müthiş lezzetli unlu mamulleri de fırınımız Mösyö Hristo’dan alırdık. 

Genelde uygar, medeni, yaşamayı bilen insanlardı. Cuma akşamları kadınlar saçlarını yaptırır, çok şık bir şekilde iskeleye iner, eşlerini vapurdan karşılar, yemeğe gidip sirtaki oynayıp çok eğlenirlerdi. Ben de onlara çok özenir, izlemekten zevk alırdım.

Rumlar ve Yahudilerle birlikte yaşamış ve çok şeyleri paylaşmış olmak, onların hayata bakışlarını, yaşam tarzlarını özümsemiş olmak güzeldi. Birlikte mutlu anılar yaşadık, onlar gidince yavan kaldık. İyi ki o kültürü almışım. Şimdiki hayatıma çok etkisi oldu. Çünkü mutluluğu yakalamaya çalışan biri oldum.”

Adalıların Umutla Beklediği Adalıların Umutla Beklediği Rum, Ermeni ve Yahudi insanları ile birlikte çocukluk yıllarımın ve gençliğimin geçtiği Sarıyer’i huzur ve eğlence içinde yaşadım. Heybeliada’da yaşayanlar da çoğunluğu Rum olanlar ile aynı güzellikleri yaşamışlar.

Rum müziği neşe verir, bizim Karadeniz müziği gibi, yerinde duramazsın, ya neşe ile iştirak edersin ya çıkar oynarsın. Müziğin her rengini, her yöresini severim, klasik Türk ve Batı müziğinden tutunda, dolaşın dünyayı, işte öyle. Yazımı noktalamadan önce iki melodinin linkini vereceğim, O Paliatzis ve O Taxitzis. Dinlediğimde kendimi pek tutamadığım!

Çocukluk gençlik günlerimden tanıdığım Sarıyerli eczacı Kaam, Manifaturacı Monol, doktor Kazancıyan, sütçü Hristo, Bakkal Hristo, kunduracı Agop ve Artin ve bütün Rum, Ermeni, Yahudi Boğazın renkli insanlarının anısına…


17 Temmuz 2022

Heybeliada

Yorumlar
Kalan Karakter 800
Lütfü Alptürer
Feti bey 85 yaşındaki adamı alıp 17 / 18 yaşında bisiklet üstünde kız kovalarken yakaladın ama eksiklerin çok Büyükdere fortikte tavla partileri bağrış çağrış kazanan da kaybeden de tam denizkenarından büyük dereye girerken kilisenin altında şarapçı andona bir bardak afyonlu şarap oh be negüzel giderdi bilirmişim annem beni Ermeni Dr götürdü. 'Bu çoçuk çok zayıf biraz kuvvetlensin diye getirdim' dedi. Bizim Dr cevap sabahlar hanım musluk açık ne istersen ver gidiyo evlensin şişmanlar dediydi hele opiyasa bizim devamlı kiracımız vardı divan oteli pastanesi şef garsonu mösye Niko eşi masam liça. Piyasada onları kol kola göreceksin masam döpiyesli şapka niko lacivert kruvaze elbise İpek gömlek krem rengi ve üst cepte İpek mendil valla o adamı hala taklit ederim bilirmisinki benim bütün siyah ve lacivert elbiselerim hep kurvazedir tarabyadaki sevgilim sen yani flomen sen nakşetmiyor ceği yazarsam senin yazını geçer neyse ellerine sağlık bulaşarak yeter gari
Müfit Yalçınkaya
Fethi kardeşim ... Gençlik yıllarımız ve Sarıyer ... Herşey o kadar güzeldi ki ... Çok güzel anlatmışsın ... Çok teşekkürler ... Sevgi ile ...
Ersin Yildirim
Sevgili Feti abicim,yazını severek mutlu olarak okudum.Gecen güzel yıllara güzel komsuluklara güzel insanlara sevgi dolu selamlar olsun. Sariyerli olarak sariyerli olmayı bir mutluluk olarak görüyorum. Mutlaka her insanın yetiştiği yer kendisi için özeldir.Özlenen aslında,geri gelmeyen yıllar,gençlik,annelerimiz babalarımız,saygı sevgi dolu güzel insan ilişkileri. O güzel günleri yaşayıp,anmak ta mutluluk.
Erdoğan Köroğlu
Fethi çok teşekkür ederim. Gençliğimi tekrar yaşattın. Eline, kalemine sağlık.
Cemal Çalımer
IYI hoştu bu insanlar yüzlerce yıl birlikte yaşadık. Ileri bir kültürün sahibiydiler. Bizans kurulurken bu kültürü ve yunan dilini benimsedi latinceyi romaya bıraktı. Rum yani romalı demek. Ancak yunan kültürü ve felsefesi romalılar için de rehber oldu. Onlar bu dünyanın insanıydı . Kültürleri hayat tarzları yaşam sevinçleri renklilikleriydi gerçekten Eline kalemine sağlık bizleri götürdün yine gençlik günleri anılarına
Cuneyt Çevik
Yine eski anılara götürdün bizi sevgili dostum.O güzel günlerden ve anılar dan ,eser kalmadı .O tadı tadabildiğimiz için çok şanslıyız.Şimdi de,ülke afganlı,habeş,suriyeli,ıraklılarla dolduruluyor😢 Tekrar kalemine sağlık,🙋‍♂️
Çakmak Turgay
Beni gençlik günlerime götürdüğün için binlerce teşekkür.Yüreğie,kalemine eline sağlık Fethi
DAHA FAZLA YORUM GÖSTER