Sinekler ve insanlar…

"...İnsanın dışındaki canlılar bütün bu olup bitenin farkında değildir. Ne küçüğü, ne büyüğü, ne güçlüyü, ne güçsüzü bilir. İçgüdüsel olarak varlığını korur ve ilk fırsatta ürer..."

Güncelleme:

Günlerden Perşembe; sabah saatleri; cansız, kapalı bir hava. Yazı masamın başındayım. Bir karasinek tebelleş oldu; kafamın üstünde dönüp-dönüp duruyor, sersem ediyor insanı. Bir tanesi de cam ile tel arasına sıkışmış camı açsam o da içeri girecek. Sinek, odada onca yer varken elimi ayağımı başımı gözümü yokluyor; bir yerimden kalkıp bir başka bir yerime konuyor. Yakalayıp cezasını veremiyorum; a-simetri denen bir savaş var aramızda, kaçak dövüşüyor.

Aslında hayvan haklı; karnı aç, bir şeyler yiyip içmesi gerek. Kokuya geliyor; karşısında etrafa durmadan koku salan koca bir organik yapı var. Ağzım-burnum, elim-ayağım, koskoca bedenim farklı farklı kim bilir ne kokular salıyorlardır etrafa. Sinek için iştah açıcı ve baş döndürücü olmalı. İşine karışmasam sinek, bu organlarımdan birine konacak önce bir salgı salıp yiyeceğini yumuşatacak sonrasında da bu sıvıyı hortumuyla içine çekerek karnını doyuracak. Tabii ki müsaade etmiyorum buna. Böylesi bir iğrençliğe müsaade edilir mi? Sinek ufak ama mide bulandırır derler; ne kadar doğru bir söz! Ayrıca can sıkıcı bir hayvan konduğu yerlerde tahrik edici bir kaşıntı üretiyor. Bu da katlanılır cinsten değil. Sabah sabah dirliğimi-düzenimi bozuyor, işime odaklanamıyorum.

Diğer yandan ona da hak vermiyor değilim; işine sahip çıkıyor, avlanmaya çıkmış karnını doyuracak. Karın doyurmak deyip geçmeyin her canlı için çok önemlidir! Yaşamla özdeştir adeta. Bunun dışında bir de üremek sorunu vardır canlının.  Evet, üremek; yaşamın diğer yarısı da üremektir. “Her canlı ölümü tadacaktır” denir. Üremek olmazsa ölüm mesnetsiz kalır. Bu halde yaşamak ölümden önce gelir. Bu yüzden sinek sabahtan beri elimi-kolumu bırakıp ayaklarıma, yüzümü-gözümü bırakıp saçıma-başıma konup konup duruyor.

Birazdan ayağa kalkıp peşine düşeceğim bu sineğin. Hiç ummadığı bir anda bütün varlığımla üzerine inecek ve onu bertaraf edeceğim!  Oysa ne hakkım olur ki buna? Onun da yaşamaya hakkı var. Ufak da olsa o da yaşamak için bulunuyor bu dünyada. Yaşam muştusunun büyüğü küçüğü olmaz; yaşamak, her canlı için bir gere-kirliktir. Ayrıca yaşamın; varlığımızı haykıran ve ölüme meydan okuyan dinamik ve devrimci bir yanı vardır. Bu yüzden yaşam kutsaldır!

Ancak sinek ne yaşamın ne de ölümün farkında!  Ama ben her şeyin farkındayım. Hadi bakalım! ‘farkındalığın farkındalığı’! Omuzlarıma bir yükün bindiğini hissediyor ve olduğum yere çöküyorum. Sorumluluğum çok büyük; onun yaşamından da sorumlu tutuyorum kendimi.  Sinek için de ben karar vermeliyim; yaşamalı mı, ölmeli mi? Sadece sinek için değil bu, etrafımı saran tüm canlılar için de böyle.

Korkunç bir şey bu, çok büyük bir sorumluluk! Keşke farkında olmasaydık; diğer canlılar gibi olduğunca yaşasaydık… Bütün bunların farkında olan bendim ve durumum sinekten hayli zordu. Çünkü onun yaşamı hakkında ben karar verecektim. Bu anlarda bir kurbağanın yerinde olmak çok rahatlatıcı olurdu. Yutuverirdim bir anda etrafımda uçuşan sinekleri. Nedense “farkındalık” insanın kafasında ve yüreğinde bir yük; insanın elini kolunu bağlıyor.  Sudan çıkmış balığa döndürüyor. Oysa kalkan el sineğin kafasına inmeli. Ancak düşünür ve duygudaşlık yaparsanız bunu yapamazsınız; öldüremezsiniz, sorumluluk duyduğunuz için yok edemezsiniz.

 İnsanın dışındaki canlılar bütün bu olup bitenin farkında değildir. Ne küçüğü, ne büyüğü, ne güçlüyü, ne güçsüzü bilir. İçgüdüsel olarak varlığını korur ve ilk fırsatta ürer. Oysa insan bütün bunların farkındadır ve yaşamı buna göre olur. Farkındalık sorumluluğu, sorumluluk adaleti, adalet vicdanlı ve ahlaklı olmayı önceler.  İşte bu yüzden “İnsan olmak zor mesele!” Diyesi olmuştur Şair.  

Aslında zamanın bu anlarında sinek de ben de bir ‘varoluşun’ unsurlarıyız.  İkimiz de yaşamak için varız bu gezegende.  Bu takdirde; amaç birliği içinde olmalıyız diğer canlılarla ve yaşamı birlikte çoğaltmalıyız. “Birbirimizi yok etmek yerine ölüme birlikte karşı durmalıyız! Diye düşünürken, ekrandaki bomba ve çığlık sesleriyle irkiliyorum. Bir bomba da yüreğime düşüyor, acısı kulaklarımdan çıkıyor. Başım öne düşüyor ve acı, acı gülüyorum kendime…

İnsanlar bırakın bir sineği,  birbirlerini gözlerini kırpmadan öldürüyor, işkence ediyor, aç bırakıyor,  'kökünü' söndürüyor. Hatta daha ileri giderek bir tanrı kurguluyor ve ona “öldürün” dedirtiyor. Böylece sorumluluktan kurtuluyor ya da öyle zannediyor.  Böylesi bir yaratık insan olabilir mi? Oysa Tanrı’nın insanlara ilk emri; “İnsan öldürmeyiniz!” değil midir?

Milyon kez güçlü ve cüsseliyim; sabahtan beri beni rahatsız eden sinekten… Ama onu yok etmek geçmiyor kafamdan, geçse de bir ses geliyor gaipten dur bakalım sen kimsin?

Çoğumuz bu sese kulak vermiyor, veremiyoruz ya da vermek istemiyoruz. Hırsımız, kinimiz, nefretimiz, açgözlülüğümüz galebe çalıyor insanlığımıza. On binlerce yıldır genetiğimize işlemiş bir ‘köle ahlakı’nın çıktısı olan ‘güç paradigması’ davranışlarımıza sinmiş durumdadır. Buna göre GÜÇ en büyük ‘HAK’tır. Yeteri kadar “Güçlü” iseniz, yeteri kadar “haklı”sınız demektir, öldürebilirsiniz. Bu yüzden savaşlar eksilmiyor yeryüzünden. Anaların, çocukların çığlıkları “Evrende” yankılanıyor…“İNSAN” diye idealize ettiğimiz mükemmel bir varlığa yakışır mı bütün bunlar?

Sineği nihayetinde yakaladım! Avucumun içinde, parmaklarımın arasında kıvır kıvır. Öldürmedim, öldüremedim; pencereyi açtım ve dışarı saldım, uçup gitti.

Bir deyiş:

“Vicdan yoksa arada,

Aklına kalmışsa elin; veremezsin!

Tetik, parmağının ucunda;

Vicdan varsa arada, vuramazsın!”

Ve bir şiir:

İnsanlık Zor Mesele!

Nicelik mi, nitelik mi şu insanın gerçeği?

Alât mi kem, kemalât mı hamlamış?

İnsanlık mabedinde insan özü kalmamış!

Vicdan da, idrâk de boynunda bir zincirdir insanın…

Özgürlük hayvanlar için ve domuzlar için bencillik.

Varsın komşun aç yatsın, bebeler süt bulamasın

Ya da bombalar yağsın çocukların üstüne

Ye, iç, bak keyfine, karışma ötesine…

Karnın tok, sırtın pekse yok mesele.

Vicdanı da, idraki de at çöpe;

soyun insanlığından, kızarmasın yüzün!

Boğazın gözü yoktur; helali, haramı bilmez.

Ama bir hal vardır ki insanda;  her şeyin üstündedir,

uykuları kaçırtır;

Nerden çıktı bu vicdan, ya bu idrak nedendir?

(Deyiş ve Şiir: Cemal Çalımer, Mayıs 2013)

Kasım 2023, MARMARİS-İçmeler

Etiketler Cemal Çalımer
Yorumlar
Kalan Karakter 800
Bahattin Akbağ
Sinek de olsa bir canlıya yaşam hakkını iade ettiğin için iyi etmişsin, öykünün kahramanı olarak. Yaşam hakkını elde eden o sinek gidip bir bebeğin dudaklarına konduysa ve oradaki eylemi ile o bebeği uyandırıp ağlattıysa ne olacak? Çocuğun annesi o an yapmakta olduğu işi bırakıp çocuğunu susturmak için zaman harcadıysa, olguyu nasıl değerlendireceğiz? Bitmedi. Bebek, sineğin dudakları üzerindeki eylemden ötürü hastalandıysa, çektiği acı ve ızdırabı nasıl değenlendireceğiz? Ve en kötüsü, acı ve ızdıraptan sonra bir de öldüyse durum nasıl değerlendirilmelidir? Esenlik dileklerimle.