Hamburgerci kız

"...Her insan gibi onun da hataları olmuştu; üzüntüleri, tasaları… Ama başarıları, sevinçleri, sevgileri de. Hayatta kat ettiği yol, yaşamının anlamı ve kendinin olandı..."

Güncelleme:

Kayhan Yıldızoğlu’na saygılarımla…

O şimdi,  çok uzaklarda okyanuslar içindeki bir kıtanın huzur dolu bir beldesinde bulunan villasının verandasından denizin ve gökyüzünün sonsuz maviliklerini uzun uzun seyrediyordu. İlerlemiş yaşına rağmen, omzuna dökülmüş sarı lüleler halindeki saçları, gökyüzünde parlayan güneşin huzmeleriyle, mavi gözleri ise denizin ve gökyüzünün mavilikleriyle sanki bir bütünün parçaları gibiydiler. Tüm hayatı gözlerinin önünden akıyordu. Kendini hayli yorgun hissediyordu. Çok hareketli, mücadeleli ve dadalı bir yaşamın yorgunu sayılırdı. Ancak ruhu, bir savaşın içinden çıkmış bir lejyonerin ruhu kadar özgür ve güvenliydi. Her insan gibi onun da hataları olmuştu; üzüntüleri, tasaları… Ama başarıları, sevinçleri, sevgileri de.  Hayatta kat ettiği yol, yaşamının anlamı ve kendinin olandı.

Birleşik Krallık ’ta küçük bir kasaba olan Bournemouth’da dünyaya gelmişti.  Öğretmen bir ailenin tek çocuğuydu. Sarı saçları, boncuk mavisi gözleriyle güzel ve tipik bir İngiliz kızıydı. Yaşamın karşısında yere kendi ayaklarıyla basmak isteyen güçlü bir kişiliği vardı. Bu hayat onundu ve onu kendi elleriyle dokuyacaktı. Genç yaşta hayata atıldı. Bütün sevdiklerini, hatta çocukluk sevgilisini bile geride bırakarak Londra’ya yerleşti. Sonrasında hamburgercilerde, fastfood restoranlarda bulaşıkçılıktan servis ve satış elemanlığına kadar, kendine uygun her ne iş bulduysa yüksünmeden çalışarak hayatını kazanmaya başladı.

Bir gün çalıştığı lüks lokantada müşterilerden birinin ilgi odağında oldu. Müşteri genç, dinamik ve zengin biriydi. Türkiye’de deri fabrikaları ve mağazaları vardı. Deri  konfeksiyonu konusunda iş bağlantıları nedeniyle Londra’ya sık gelip giden bir iş adamıydı. Platonik olarak başlayan ilişki, giderek onu İstanbul’a taşımıştı. İstanbul gizemli ve büyük bir şehirdi. Daha önceleri hiç bulunmamıştı. Ama bu genç adamı sevmiş onunla hayatını birleştirmeyi en az onun kadar o da istemişti. Genç adama güvenmişti ama öncelikle kendine güvenmeliydi. Bu soruyu kendine sorduğunda kafası ve ruhu bunu çoktan onaylamıştı. Genç iş adamıyla İstanbul’da güzel günleri ve çevresi olmuştu ancak ailesi ona ısınamamıştı. Muhafazakâr bir aileydi. Onu pek benimsememişlerdi. Evlilikleri bu yüzden uzun sürmedi.

Ülkesine dönmeyi düşünmüştü. Ancak sevip saydığı müşterek bir dost, İstanbul’da kalmasını salık veriyordu. Bu dost(!), show ve sinema dünyasının içinde hatırı sayılır,  isim yapmış, şöhretli biriydi. İsterse, onu bu dünyanın içine sokarak meşhur edebilirdi. Henüz genç ve güzeldi; boncuk mavisi gözleri, dalgalı sarı saçları ve mütenasip bir vücudu vardı. Bu ülke için çok değişik ve ilgi çeken bir fiziğe ve güzelliğe sahipti. Bu dost bütün bunları görmüş, onu zirveye hızla ulaştıracak olan yeteneklerini keşfetmişti. Bu dostla aralarında hayli yaş farkı bulunmasına rağmen evlenmiş ve onun soyadını almıştı. Evlilikleri bir formaliteydi. Show dünyasına bu isimle girecekti. Bu arada adını da değiştirmiş, ülkenin vatandaşlığına geçmişti.

Bir anda güzel bir batılı kadın olması, adını değiştirmesi ve Türk uyruğuna geçmesi kalpleri fethetmişti. Filimler yapıyor, dizilerde oynuyor, çeşitli yarışmalara katılıyordu. Şöhretin basamaklarını hızla tırmanıyor ve çok iyi kazanıyordu. Bir anda magazin dünyasının içinde bulmuştu kendisini. Etrafındaki insanlar, dost ve arkadaşlar hızla çoğalmış kısa sürede halk içindeki popülerliği  hızla yükselmişti. Gerek iş çevresinden gerekse sanat dünyasından kur yapanların ilişki kurmak isteyenlerin haddi hesabı yoktu.

Dostun işlevi tamamlanmıştı. Ünü ve yetenekleri soyadını aşmıştı. Artık ayakları üzerinde durabiliyor ve iş bilir organizatörlerle çalışıyordu. Ama kalbi ve dünyası boştu. Bu boşluğu müzik dünyasının ünlü isimlerinden genç biriyle doldurmaya başlamıştı. Onda neler bulmuştu? Bilmiyordu ama bu müzik adamının güçlü bariton bir sesi ve derin müzik bilgisi vardı. Pek yakışıklı sayılmazdı. Tıknaz boyu, geniş göğüs kafesi ve yağız çehresiyle tipik doğulu bir erkekti. Kalın çerçeveli gözlükleri yüz hatlarını daha da keskinleştiriyordu. Ama o, onun fiziğinden ziyade yeteneklerinin ve sesinin bendesi olmuştu. Ona kur yaptığı sıralarda adam ikinci evliliğini noktalamıştı. İkisi kız biri erkek olmak üzere üç çocuğu vardı. Bu arada kendisi de soyadını aldığı dostla yolları ayrılmış, boşanmışlardı.

Bu müzik adamıyla birlikte yaşamaya karar vermiş ama evlenmeyi hiç düşünmemişti. Bu konuda duyguları aklının önüne geçmişti. İlk zamanlar onu çok sevmişti. Güzel ve sihirli bir yaşantıları olmuştu. İstanbul’un mutena bir semtindeki evini onunla paylaşmıştı. Evi birlikte dayayıp döşemişlerdi. Dokuz yılı bulan birlikteliklerinde onun değerlerine saygı göstermiş, hatta bu konularda kendini biçimlemişti.  Yaşamış olduğu iki evlilikte bulamadığı aile ortamını ve bir yuvanın sıcaklığını ona yaşatmaya çalışmış, çocuklarını kendi çocukları gibi benimsemişti. Onların eğitimleriyle ilgilenmiş, kendi dili olan İngilizceyi onlara öğretmeye çalışmıştı. Böylece çocuklarıyla babalarının dünyasına kendini de dahil ederek onlarla her şeyi paylaşır olmuştu.

Ancak bu müzik adamının doymamış bir kişiliği vardı. Uçlarda gidip geliyordu. Bu da onu ürkütüyordu. Merhametle acımasızlığı aynı ruhta görebiliyordu. Son zamanlarda onun şöhretini kıskanmaya başlamıştı. Sesini bir kargaya benzetmişti. Bunca birikimine rağmen doğululuktan kurtulamamıştı. Sabah ‘my way’le kalkıyor, akşam ‘arabesk’ ve ‘fasılla’ yatıyordu. İşi gereği batılı motiflere yer veren ruhunda temelde doğunun ağır ve kadını ezen değer yargıları davranışlarında belirleyici bir unsur olarak ortaya çıkmıştı. Ruhundaki bu gelgitleri içkiyle bastırmaya çalışıyordu. Alkolik denecek derecede içki kullanıyordu. Onun içmeyişine ise hiç de saygılı yaklaşmıyordu.  Birlikte yaşamaları artık işkence olmuştu. En son,  kavgayı aratmayan tartışmaları İzmir’deki bir konser sırasında mini etek yüzünden olmuştu. İffetine dil uzatmış acımasız olmuştu.  Ve o gün ayrılmışlardı. Sonraki günlerde gelmiş, evi boşaltmıştı. Halılara, perdelere el koymuştu. Birlikte aldıkları eşyaları alıp götürmüştü. Sonuçta doğulu bir insandı, öncelikle erkek güçlü ve haklı oluyordu. Esasen batılı bir kadının doğulu bir erkekle yaşaması ve evlilikleri çok zordu. Bu onun hatalarından biri olmuştu.

Bu olaylardan sonra bir süreliğine ülkesine dönmüştü. Yorulmuştu, dinlenecek ve ailesiyle özlem giderecekti. Ancak burada çocukluk arkadaşıyla yolları kesişmişti. Bir anda kendini hayatının başındaymış gibi hissetmişti. Yaşadıklarının hepsini unutmuş, önünde yeni bir sayfa açılmış gibiydi. Bu müddet içinde özlemli- nostaljik ve platonik olarak başlayan ilişkiler hızla aşka sonrasında da evliliğe dönüşmüştü. İlk çocuğu dünyaya gelmişti. Anne olmanın hazzını bir yuvanın sıcaklığını yaşıyordu. Ancak bir müddet sonra Türkiye sevdası depreşti. Burada çeşitli organizasyonlar ve bağlantıları (angajmanları) vardı. Dönüp Türkiye’de yaşayacaktı. Ülkesinde sıradan bir vatandaştı onu kimse tanımıyordu. Ama Türkiye’de her şeydi ve her şeyini orada kazanmıştı. Ülkesinde yapayalnızdı ama Türkiye’de dostları, arkadaşları, sevenleri, sevilenleri vardı. Hatta bunu ispatlamak istercesine anne ve babasını defalarca Türkiye’ye taşımıştı. Ancak çocukluk aşkı olan kocası buna karşı durmuştu. Yolları bu yüzden onunla ayrılmıştı.

Televizyon ve sinemada olduğu kadar müzik dünyasında da yer edinmişti. Etrafı sevenleri ve hayranlarıyla doluydu. Ancak ruh dünyasında yalnızlığı yaşıyordu. Evliliği ya da bir erkekle birlikte yaşamayı pek düşünmüyordu. Ne var ki bu konuda ipler tamamıyla ellerinde değildi, algıları açıktı. Nitekim kendisine müzik yapan orkestranın elemanlarından olan bir sanatçının içten ve samimi yakınlaşmasına engel olamamıştı. Nedense bu insan ruhundaki yalnızlığa panzehir olmuştu ve onunla gizli bir aşk yaşamıştı. Bu gizli aşk meyvesini vermiş, bir erkek çocuğu dünyaya gelmişti. Esasen bunu istemişti. Bu ülkeyi ve insanlarını sevmişti. O artık buranın insanıydı.

Kızı ‘barby’ bebekler kadar güzeldi. Onu da kendi yolunda zirveye taşımak istiyordu. Eğitimini ve gelişimini bu yönde biçimlendirmişti. Kendi tahtını ona bırakıp köşesine çekilmeyi düşünüyordu ve bunu kısmen başarmıştı. Güzel bir yaz tatili sonrası kızı Türkiye’de olacaktı. Orada bağlantıları vardı ve yeni başlayacak olan bir dizide ilk kez rol alacaktı.

Verandadaki sessizliği ve ruhundaki sükûneti bir anda kızıyla babasının gürültülü şakalaşmaları ve birbirlerine takılmaları bozdu. Her biri bir omuzunda bitti. Babayla kızı tenisten dönmüşlerdi. Çok mutlu ve huzur doluydu. Ancak gözleri, ufka çakılmışçasına, çok uzaklarda olan oğlu Kaan’ı arıyordu.

Hamburgerci kız  resim: 0

Kasım 2015 Acıbadem.

Etiketler Cemal Çalımer
Yorumlar
Kalan Karakter 800