Büyük kapı

"...Fethi’nin koluna girerek sus dedim! “Bu andan sonra yeni hayatımız başlamış vaziyette. Sen ah vah etmeyi bırak ta, yeni yaşamımızda ne yapacağımızı düşün!..."

“Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan / ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan / Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece.”

                                                                                                        Yahya Kemal

Vakit gece yarısını çoktan geçmişti.  Bu saatlerde herkes gibi ben de derin bir uykudaydım. Görevlinin gelişiyle uyandım. Tepemde sisten bir siluet halindeydi görevli.  “Haydi, kalk gidiyoruz, vakit tamam.” diyordu. O an içimin aktığını, damarlarımdaki kanın çekildiğini hissettim. Bilinmezliğin ve hiçliğin korkusunu yaşadım. Önce yakınlarım ve hayatım sinema şeridi gibi aktı gözlerimin önünden. Sonrasında, dostlar sökün etti birer ikişer. Hepsi birbirinde çoğalarak, görevliyle aramda geçit vermez koca bir dağ oldu. Bunu aşıp da nasıl teslim olacaktım görevliye? Her şeyin sonuydu;  doğan gün artık olmayacaktı, lacivert gökyüzündeki sırma yıldızlar da öyle. Denizlerini, ormanlarını, karlı dağlarını bir daha asla göremeyecektim bu mavi güzel gezegenin. Meyus talihimle yüz yüzeydim. Taşıyamadığım başım göğsümün üzerine düşmüştü.

Bu halimi gören Görevli, “Merak etme, gideceğimiz yer bu dünyadan daha kötü değil.” dedi. Fakat sevgiler, sevgililer ne olacak? Diye geçiyordu ki içimden görevli, yüreğimi okumuşçasına, “Endişelenme, gideceğin yerde gerçek sevgiyi yaşayacaksın ve sevgi konusunda ne kadar samimi olduğunu kavrayacaksın.” Peki, eş dost? Diye sormaya fırsat bırakmadan, “Onlardan ikisi, bu gece seninle birlikte geliyor…”  Kimler? Demeye kalmadı;  “Fetih’yle Naci, seninle birlikte onları da alıp götüreceğim.” Dedi. Biran iç acısıyla sarsıldım. Onlar için de endişelenmeye başladım. Sonrasında biraz rahatladım. Hiç olmazsa gidilecek yerde yalnız olmayacaktım. 

Çaresizdim;  emir, büyük yerdendi. Dünyadaki alışkanlığımla; (belki de vakit kazanmak için) ufak valizime, birkaç eşya koymak için yeltendiğimde; görevli, “Saçmalama, gideceğin yerde bunlara gerek olmayacak!” diyerek kestirip attı.

Görevliyle birlikte yola koyulduk. Önce Fetih’ye uğradık; yatağında yalnız, hülyalar içinde uyuyordu. Testosteron salgılaması sorunu yaşıyordu; bu konuda çok sıkıntı çekiyor, doktorlara gidiyor, dışarıdan kutular dolusu ilâçlar getirtiyordu. Geceleri de genç, körpe kızların hayalini kuruyordu. Bu gece de onlardan biriydi. Görevli onun bu haline bıyık altından gülerek yaklaştı ve kel tepesine bir şaplak atarak, “Kalk, gidiyoruz vakit tamam!” Dedi.  Fetih afallayarak yatağında doğruldu. Neye uğradığına şaşırmıştı; tüm varlığı, Azrail’i görmüş gibi zangırdadı; ruhu, tisunamiye tutulmuş deryalar gibiydi. Gözlerinden içeri baktım Fetih’nin; yüreği kalkıp kopuyor, kafası volkanlar gibi içten içe kaynıyordu. Görevlinin yanında beni de görünce hayreti, korkusuna karıştı; bunu anlamlandırmakta zorluk çekiyordu, Cemal bu işlere de mi karışmıştı; acaba bana bir faydası olur muydu?  Benim ve görevlinin gözlerimizden içeri bakarak; “Daha gencim, sağlığım sıhhatim yerinde, sonrasında yaşamı çok seviyorum! Ne olacak şimdi? Yarın Bodruma gidecektim! Hafta sonu dostlarla olacaktık, pazar günü tura çıkıp gecesinde de şölen yapacaktık!  Nereden çıktı bütün bunlar?” Diyerek iç geçiriyordu. Benden medet umarak;

-       “Cemal söylesene bir şeyler.” Diyerek serzenişte bulunuyordu.

-       “Ne söylenir ki Fetih? Emir büyük yerden! Ben de Naci de senden farklı değiliz!”

-       “Naci de mi var bu işin içinde?” diyerek hayretle yüzüme baktı. Naci’nin adı onu nedense rahatlatmıştı; Naci’nin şakalarından biri olduğuna hükmederek; “Bu mutlaka Naci’nin başının altından çıkmıştır, inanamıyorum!” Dedi. 

-       “Fetih kendine gel oğlum, bu işin şakası olur mu? Bak ne haldeyiz; cansız bedenini yatakta görmüyor musun?” Diyerek, onu sakinleştirmeye çalıştım. O devamla;

-        “Tuh Allah bu kadar şansızlık olur, Bodruma keşke dünden gitmiş olsaydım! 

Görevli, bu canhıraş telaşımızı ve iç geçirmelerimizi vakur bir sessizlik içinde izliyordu. Sonrasında sessizliğini bozarak;

-       “Bu ne telaş, bu ne hüzün? Sizden fazladan bir şey istemiyoruz ki, sadece size verileni almaya geldik! Şu anda idrak içinde olmanız gerek, bu vaveyla neden?  ‘Boş yere yaratıldığınızı, döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?’“

Fethi, görevliyi cevaplamadan edemedi;

-       “Neden verdiniz, neden alıyorsunuz, sizden bir şey isteyen oldu mu? Bu saate kadar hiçbir şey anlamış değilim, keşke vermemiş olsaydınız!”

Fethi’nin koluna girerek sus dedim! “Bu andan sonra yeni hayatımız başlamış vaziyette. Sen ah vah etmeyi bırak ta, yeni yaşamımızda ne yapacağımızı düşün! Şu anda kader arkadaşıyız; bundan sonrasında da bir arada oluruz inşallah!” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştım.

Fetih’yi önümüze katarak evden çıktık. Son uğrak yerimiz Naci’nin evi oldu. Eve vardığımızda Naci’nin odasındaki ışık yanıyordu ve Naci ayaktaydı. Tuvalette bulduk kendisini; bu gece beşinci uyanışıydı; prostattan mustaripti, bitmeyen, boşalmayan bir idrar belâsıyla boğuşuyordu. Karşısında bizleri görünce sanki biliyormuş gibi hiç de telaşlanmadı. Sevecenlikle karşıladı bizi. Benim ve Fetih’nin boynuna sarılarak ense kulak öpüştük. Bu arada görevliyle göz göze geldiğinde; kibar bir ev sahibinin nezaketiyle görevliye elini uzatarak, “Hoş geldiniz!” dedi. Durumu anlamıştı! Sanki hazır gibiydi; ancak, karısı ve kızının sevgisi bir yangı olmuş, ruhunun derinliklerinde tarifsiz bir acıya dönüşmüştü; bunu, belli etmemeye çalışıyordu. Sonrasında, içinde bulunduğu durumu aşarak, olgunluk ve tevekkül içinde; “Peki, gidelim!” diyerek, önümüze düştü. Fetih Naci’nin bu soğukkanlı ve vakur duruşu karşısında; Naci’nin yanına seğirtip, koluna girerek;

-       “Naci, ne olur doğru söyle, şaka mı bütün bunlar?” diye sormadan edemedi.

Naci, soğukkanlılığını koruyarak, gayet ciddi bir tavırla;

-       “Görmedin mi görevlinin bana nasıl davrandığını? Arkadaşım olur kendisi, âlemleri şöyle bir turlayıp geri döneceğiz. Merak etme, seni dönüşte Bodrum’a bırakırız!” Dedi. 

Naci’nin bu esprisine görevli dâhil hepimiz gülerken, Fetih’nin suratı kulaklarına kadar gerildi; “As sittir lan!”

Günün ilk saatlerinde evlerimizdeki yerlerimizi hüzün ve gözyaşları almıştı. Bu durum ilerleyen saatlerde her yanı sardı. Ne de olsa; iş dünyası ve denizcilik camiasının insanlarıydık. Yukarıdan, bulunduğumuz yerden, birebir izliyorduk olup biteni; törenimiz, bir görüntü, bir protokoldü. Ama ön saflarda bulunan yakınlarımız için gerçek bir acı ve kayıptı; yürekleri yanıyordu, yukarılarda bu yangıyı bizler de yaşıyorduk! 

Menzilimize yol alırken, Aşağıdaki manzaraya dönüp, dönüp bakarak meyus sonumuza gözyaşı döküyorduk.  Bir anda Görevlinin sözleriyle irkilip, kendimize geldik! Görevli bu “son” sözüne takılmıştı; “ Kimin canını almaya kalksam herkes son diye tutturuyor. ‘Son’diye bir şey yoktur; bu, ‘var’lığın sonsuzluğu ile bağdaşmaz. Son olarak gördüğünüz her şey aslında yeni bir başlangıçtır; olup biten sadece bir biçim değişikliğidir; ‘öz’ hiçbir zaman kaybolmaz!“ Kafamız karışmıştı; birbirimizin yüzlerine baktık, anlamlandıramadık görevlinin dediklerini. Ama bu bir başlangıçsa yaşayıp görecektik! Dünyadaki gibi umudun iplerine tutunmuştuk; umut, sonsuz gibi bir şeydi; belki de hep bizimle olacaktı; bilinmeyen oldukça umut, hep olacaktı!

Büyük kapı resim: 0

Bunları düşünürken Fetih’nin sıkkın ve sorgulayan bakışlarının üzerimde gezindiğini gördüm. İşte buradaydık; cennet neredeydi; söyledikleri huriler, gılmanlar, ne cehennemdeydi; bir rakı, bir balık sofrası da olmayacaktı buralarda, neme nem bir yere gelmiştik? 

Naci’nin gözlerinde ve yüreğinde karısı ve kızının sevgi ışıltıları gittikçe artıyordu. Bir de insanları düşünüyordu; Şirket likidite sıkıntısı içindeydi; bu ayki maaşları, çalışanlara nasıl ödenecekti?

Üçümüzde iç hesaplaşması yapıyorduk ve sevgiyi yaşıyorduk; öyle ki, birbirimizi daha çok sever olmuş, birbirimize adeta kenetlenmiştik. Yüreklerimizden çıkıp bütün varlığımıza yayılan sıcacık bir duygu bizi koruyor, kolluyor, sevdiklerimizi yanımızda tutuyordu. O sevgi ki bizlerle birlikte buralara kadar gelmiş ve bizlerle özdeşleşmişti. Sevginin olduğu yerde korku olmazdı, bu yüzden pek korkmuyorduk! Her şey geride kalmıştı; malımız, mülkümüz, kariyerlerimiz bir hiç olmuştu. Tutkularımız, öcümüz, kinimiz, nefretimiz ise yok olmuştu. Yanımızda sadece sevgi, bir de umut vardı; sevgiyi yaşıyor, umuda sarılıyorduk!

Görevli; bizi, boyu arşa dayanan ulu bir kapının önüne getirip bıraktı; “Birazdan sizi içeri alacaklar!” dedi ve kırık bir tebessümle yüzümüze bakarak, yukarılara yükseldi. Her üçümüz de kapının önünde; kolu kanadı kırılmış, boynu bükülmüş, sesi soluğu kesilmiş ‘Ötmeyen Ada Kuşları’ gibiydik! Sonrasında, kapı açıldı ve her birimiz kendi enerji boyutlarımızda yükselmeye başladık…                                 

Şubat 2024, Balıkesir-Ören 

Etiketler Cemal Çalımer
Yorumlar
Kalan Karakter 800
Naci Ereser
AH O KAPI… Rahatlamaya çalışırken, Gecenin bir vaktinde uygunsuz bir yerde, 2 dost, bir de görevli tepemde, Önce Fetih, arada Fethi, Oldular 4 kişi. Düşündüm, üstat harf hatası yapmış, Ama bir değilki, Bir iki yerde ‘Feth’ sonra Fethi, Adanın Ötmeye kuşlarından anladım sonunda, Cemal’in yanındaki Fethi, Belli ki aynı kişi. Bir an düşündüm, Gitmek mi zor, kalmak mı zor ? Haydi geleyim hatırları kırılmasın Diyeceğim ama, Gidenler dönmüyor ki geri. Ah be Cemal, Pas geçemez miydin beni; Karısı da kızı da bir tarafa, İş, güç, para pul ne alaka, Hepsi bir kenara, Alıp götürdün, Bıraktın beni de o ulu kapıya. Lale de açsa o kapının ardında, Güller de açsa koynunda, Hiç düşünmedin mi gelirken, Sizler doymuş olsanız da , Bu adam daha doyamamıştır 13 aylık torununa.