Para ve Sefaleti

Yeni hafta içinde Veteriner Fakültesinde misafir profesör olarak, konferans verecektim. Hem bu konferansa hazırlanmak hem de doğa yürüyüşü yaparak güzel bir hafta sonu geçirmek için şehre pek de uzak olmayan yazlık evimdeydim.

Yeni hafta içinde Veteriner Fakültesinde misafir profesör olarak, konferans verecektim. Hem bu konferansa hazırlanmak hem de doğa yürüyüşü yaparak güzel bir hafta sonu geçirmek için şehre pek de uzak olmayan yazlık evimdeydim.

Biraz serin olmasına karşın yazdan kalma bir gün; lekesiz mavi sonsuzlukta, güneş göz kırpıyor. Aslında doğa çağırıyor; gel biraz söyleşelim, gönül eyleyelim diyor. Ama bu elektrik odasını hale yola sokmadan bir yere kıpırdanmam mümkün değil! Her mevsim başında burayı düzenlemek için birkaç günümü harcarım. Yine her şey altüst olmuş!

Elektrik odası dedimse; öyle ahım şahım bir yer değil, beş altı metre karelik küçük bir odacık. Elektrik odası dememizin nedeni ağzımıza kolay geldiği için. Aslında odacığın önemli bir kısmını elektrikle çalışan kat kaloriferinin kombisiyle, şofben kazanı kaplamış vaziyette. Ancak yine de ‘Hanım’ eline geçeni atar buraya. Kendisine ne kadar, “İlim; tasnif etmek, sınıflandırmak demektir!” desem de anlatamam. “Laboratuar mı burası?” deyip, çıkar işin içinden. Mevsimi kapatmış olduğumuzdan her şey birbirinin üzerinde; şezlonglar, plastik sehpa ve koltuklar, kovalar, fırçalar, boş bidonlar, ay-gaz tüpleri, bahçe avadanlık ve eşyaları, koca koca boş saksılar, bisikletlerimiz, daha sayamadığım bir yığın ıvır kıvır hepsi bu odacıkta. Mal canın yongasıdır diyerekten elimize geçeni tıkmışız buraya.

Ama benim sıkıntım başka.  Dakikalardır bakınıyorum; acaba neredeler, hangi şeyin altından çıkacaklar? diye. ‘Hayvan dışkıları koleksiyonumu’ arıyorum! Fakültede yapacağım konuşmayı bir de görselle noktalamak istiyorum. Öyle ki, karınca, sinek dışkısından, deve dışkısına kadar var. Bunları evde bir yerlerde saklamak istedimse de hanım, “Bu dışkıların evde ne işi varmış canım? diyerek, lafı ağzıma tıkıvermişti.

Bu dışkı koleksiyonum da buralarda bir yerlerde olmalı. Kim bilir neredeler? Çaresiz odayı boşaltacaktım. Öyle de yaptım. İşe girişir girişmez, tedavülden kalkmış madeni paraların bulunduğu kavanoza ilişti gözüm. Aklıma hemen Fikret geldi! Fikret, Fakülteden arkadaşım; şu anda Fakültenin Dekanı, vereceğim konferansı o rica etti benden. Geçen ay Fakülteden arkadaşlarla yaptığımız yemekli toplantıda ‘fi’ tarihinden kalma bir borcumu hatırlattı bana. “Biliyor musun? Dedi, “Senin bana yetmiş beş yılından kalma, ‘yirmi beş kuruş’ borcun var!” Olabilirdi; koskoca Dekan, yalan söyleyecek değildi. Gülerek geçiştirmeye çalıştımsa da o sözlerine devamla, “Vallahi doğru söylüyorum, kaydı var bende.” dedi. Ne denir ki, doğru söylüyordur muhakkak! Eli sıkı, hesabını kitabını bilen, sineğin yağını hesap eden biri olduğunu biliyordum ama bu kadarına da hayret etmediğimi söyleyemem. Ben unutmuşum, ama o unutmamış! Çıkarıp parayı veremezdim; para tedavülden kalkmıştı. “Sayın hocam, aradan kırk yıl geçmiş, bir kırk yıl daha geçsin, faiziyle birlikte, öbür tarafta öderim, sana söz!” diyerek gülüşmüştük. 

Bu para kavanozunu görmem iyi oldu. Fikret’e bir sürpriz yapmaya karar verdim o anda. Kavanozu alıp dışarı çıktım. Tedavülden kalkmış madeni paraların içinden sarı yirmi beş kuruşu buldum; dünyalar benim olmuştu, Reşat altını bulmuş gibi sevindim. Bir yerlerden ona güzel bir kutu bulup içine yerleştirdim; kırmızı kurdeleyle de fiyonk atıp, bağladım. Sonrasında hiç üşenmeden; o tarihteki yirmi beş kuruşu enflasyon yüzdeleriyle yürüterek, günümüze kadar getirdim. Para, bugünün değeriyle, yüz lirayı geçmişti!

Biraz yorucu ama güzel bir hafta sonundan sonra, yeni haftaya iyi bir moralle başladım; konferansımın eskizi tamamdı, dışkı koleksiyonumu bulmuştum ve en önemlisi; Fikret’e yapacağım sürpriz hazırdı.

Güzel ve yararlı olduğuna inandığım konferanstan sonra, dışkı koleksiyonum, insanlara neşeli anlar yaşattı; ince esprilere ve takılmalara neden oldu. Sonrasında Fikret’in sürprizine geldi sıra. Odasında karşılıklı kahvelerimizi içerken, kurdeleli kutusu içindeki yirmi beş kuruşu Fikret’e takdim ettim; “Bu, sana olan borcum” derken, bankadan yeni tedavüle sürülmüş gıcır yeni bir yüzlüğü, “Bu da enflasyonu” deyip kendisine uzattım. Fikret’in gözleri, kutusu içindeki yirmi beş kuruşa hayretle akarken, elimdeki yüzlüğü de havada kapması bir oldu. Pişkince bir tavırla; “İşte böylesi, borcuna sadık insanları severim! diyerek beni yüceltirken, “Aradan kırk yıl geçse de borç borçtur!” demeyi de ihmal etmedi.

Sonraki günlerden birinde, Fikret beni telefonla aradı. Bana tekrar teşekkür edip, hâl hatır sorduktan sonra, “Biliyor musun? Hocam!” dedi; “Defterlerime baktım; o borcun, yirmi beş kuruş değil, ‘Yüz yirmi beş kuruş’muş!”                                                    

Cemal Çalımer

Mart 2018- Acıbadem

Haftanın Özeti: Paradan HaberlerBu haftanın paradan haberlerini sizler için derledik:

 

                                                                                             

Etiketler Borç Para
Yorumlar
Kalan Karakter 800