"Nö Mö Tuş Pa!"

"Derince Limanı'na Fransız gemisi geliyor" dendiğini duyar duymaz Fransız denizcilerle birkaç gün geçirme fikrinin heyecanı ile kendimi hemen o gün akredite etmiştim.

Rotterdam Limanı'ndaki stajı esnasında Arjantin’den Mao’nun Çin’ine, Pakistan’a, İngiliz gemilerinde onlarca değişik ülkenin kültürü ile haşır neşir olmuş biri olarak Fransızlar'la vakit geçirme fikrine niye böyle heyecanlanmıştım?

Orta eğitim çağında iken bir Eddie Constantine filmi izlemiş, sonrasında hiç anlamadığım halde Fransızca dinlemek çok hoşuma gitmiş, Fransız filmlerine ilgim de giderek artar olmuştu. Farklı yaşam tarzı anlayışlarının kafa yapıma uyduğunu hissediyordum. Neydi bu derseniz, anlatamam, şayet Fransızca konuşabilseydim bugün bunu derinliğine yazabilirdim.

Gece uykuya dalmadan önce niyet ve umut ederdim, 'sabah uyanınca Fransızca konuşacağım' diye. Çocukluk işte, olacak şey mi?

Yabancı dil konusunda pek başarılı olduğumu söyleyemem, ancak uluslararası denizcilik dünyasında iş yapıyorsanız tüm ülke insanlarının tek ortak dili olan İngilizceyi her yönü ile iyi bilmeniz gerekir. 'Fransızca olmadı, bari İtalyanca mı olsa?' dedim. Bugün hatırlamasam da Tepebaşında İtalyanca kurslarına gitmiştim. Yeni başlayanlar için olan bu kursta bazılarının çok çabuk öğrendiğini fark edip sorduğumda anladım ki onlar Fransızca bildiklerinden İtalyancayı da kolaylıkla öğreniyorlardı. Milano’da fuar kalabalığı nedeni ile boş otel bulamadığımızda, bir elektrik direği dibinde sabit durduğunu gördüğüm kadına yanaşıp onunla kırık da olsa burada öğrendiğim İtalyancam sayesinde anlaştığımı belirtmeliyim. Fuara birlikte geldiğim çalışanlar odaya kavuşunca epey sevinmişlerdi. Tabii, oda ücretlerini direk dibinde peşin olarak ödemiştim! Bense yakındaki garda dolanırken gidilen istasyonlar arasında Cassandra’yı görünce atlamıştım trene. Sanki filmi yeniden yaşayacaktım.

1976 yapımı heyecan dolu, harika bir film

Liman kenti Rotterdam'da kaldığım bir yıl boyunca Hollandalılar'ın insan ilişkilerinden etkilendiğim gibi filmler aracılığıyla da olsa Fransızların yaşam tarzları da beni etkisi altına almış olmalı ki ilerleyen senelerde seyahatlerimin destinasyonu çoğunlukla Fransız şehirleri, özellikle de sahiller oldu. Côte d’Azur, Biarritz, Le Havre gibi.

Fransa denince akla ilk gelenler Paris, Champs-Élysées (ki o muhteşemliğini yitirmiş), Eyfel Kulesi, Louvre Müzesi. Meraklılarına kafeleri ve sanatçıları ile ünlü Saint-Germain. Alışveriş tutkunlarına moda, yeme-içme meraklılarına peynir, şarap, kruvasan. Yeni bir aşk heyecanı yaşamak isteyenlere Monaco, Cannes, St.Tropez...

Galiba bunların hiçbiri değil beni etkileyen. Peki ne idi öyleyse? Genel anlamda yaşam tarzları. İnsan ilişkileri, espri anlayışları, tarihten gelen birikimlerin şekillendirdiği Fransız kültürü ve geçmişten günümüze gelenekleri. Genç yaşlı demeden herkesi kendine çeken belli başlı özellikleri. 

Tabii, Fransız edebiyatı da etkenlerden. Montaigne, Balzac, Emile Zola, Victor Hugo, Voltaire... Zengin bir kültürün harika yansımaları. Üç Silahşörler, Monte Kristo Kontu, Notre Dame’ın Kamburu ve nice bu kültürden ilişkileri, hayat tarzlarını yansıtan romantik filmleri ile yer etmiştir hafızama. Ve 1789-1799 Fransız İhtilali/ Devrimi, yaşananlar, mutlak monarşinin devrilip yerine Cumhuriyet'in kurulması, bunun Avrupa ve Dünya tarihinde büyük bir dönüm noktası olması ve unutulmaz Liberté, Égalité, Fraternité (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) özdeyişi.

Bütün bunlar iyi hoş da Derince'ye gelen Fransız gemisi ne oldu diye soracak olursanız, bir yük gemisinde de olsak Fransız denizcilerle paylaştığım vakit, onların kültürlerine yakından şahit olmak ve espri anlayışları hala tüm canlılığıyla belleğimdedir.

Gemideki Günlerimden

Dünya çapında denizcilik (worldwide shipping) camiası, denizciler, limanlar, “she” diye bahsedilen o gemiler yarım asır boyunca yaşantımın parçaları oldu. Her ülkenin kendine has özelliklerini, kültürlerini, yaşam tarzlarından yansımalarını gemilerindeki personelde görebilirsiniz.  

En belirgin özellikler yemek ritüellerinde görülür. Uzak Doğu, Güney Amerika, İskandinavya, Orta Doğu... Yemek saatlerine rastlarsam genelde zabitan salonunda bulunurdum. Yemek masasına harici kıyafetlerle gelenlerden tulumları ile gelenlere, toplu halde dört dörtlük donanmış masada yemek yiyenlerle parmakları ile yemek yiyenlere kadar, bin bir çeşit...

Derince Limanı'na sabah erkenden gidip kaptandan sonra tüm zabitanla da bir şekilde sohbet etme fırsatı bulmuştum. Davet edildiğim öğle yemeğinde gördüğüm manzara beni gerçekten etkilemişti: Dikdörtgen masada biraz önce ambarda tulum ile çalışırken gördüğüm güverte zabitleri, belli ki duşlarını almış, harici kıyafetlerini giymiş, makine zabitleri de aynen öyle, tertemiz, hepsinde güler yüz, neşe ile karşılıklı sohbet. Kaptan ve baş mühendis (çarkçı başı- chief engineer) yanlarda yine güzel giyimli zarif eşleri ile masanın ortasındalar.

Tam da özlediğim şekilde Fransız mutfağı. Yemek şarapları eşliğinde sohbetlerle devam edegelen bu yemek yaklaşık iki saat sürdü. Yemek, şarap ve dahi hemen her yemekte bulunan enginar yaprakları bir bir koparılıp emilerek tüketilirken hiçbir şey anlamasam da aralarındaki konuşmaları keyifle dinliyordum.

Geminin getirdiği yüklerin tahliye operasyonları sürerken başta kaptan ve chief engineer olmak üzere personelle aramda samimiyete dayalı güzel bir ilişki oluşmuştu, hatta benden eşlerini İzmit’te gezilebilecek yerlere götürmemi istemişlerdi. Ben de iki zarif hanımı çarşı pazar gezdirmiş, ayrıca İzmit Arkeoloji ve Etnografya Müzesi¹'ne götürmüştüm.

Tahliye işlemleri bitmek üzere olan gemi ertesi gün öğle vakitlerinde limandan ayrılabilecekti. Cheef engineer bana Fransızca bir cümle ezberletmiş, yemeğin keyifli bir anında bu cümleyi kaptanın eşine söylememi istemişti. Neydi o cümle? Sadece okunuşunu hatırladığım, “Vu le vu kuşe avec mua se sua². Yüzündeki ifadeden muzır bir şaka olduğu açıkça belli oluyordu, ama kaptanla çok samimi olduklarından öğrettiğini söylemekte bir beis görmedim.

Çok sonra manasını öğrendiğim cümleyi söylediğimde gülüşmelerle birlikte kaptan yerinden kalktı, bunu gören makine baş mühendisi de aynı anda kalkıp kaçmaya başladı. Kahkahalar yükselirken kaptan masanın etrafında mühendisi kovalıyordu.

Sonra iş tatlıya bağlandı. Zaten hiçbir kızgınlık emaresi de yoktu. Kaptan belli ki baş mühendisle aralarındaki samimiyetten ötürü kendisine yapılan şakayı hoş karşılamıştı ya da öyle görünmüştü.

Ertesi gün öğleden sonra gemi rıhtımdan römorkörlerle yavaşça açılırken kaptan, mühendis ve eşleri köprü üstünde bana el sallıyorlardı. Muzırlık sırası bana gelmişti sanki. Cümleyi kaptanın eşine duyabileceği şekilde seslendim, "Vu le vu kuşe avec mua se sua?" Ben bunu der demez eşi de yüksek sesle bana duyurmaya çalışıyordu, “No! Nö mö tuş pa! Nö mö tuş pa³!" Yüzünde gülümsemesiyle tekrarladığı bu cevap ve geminin limanda kaldığı süre boyunca tüm yaşadıklarımız yıllar geçse de hepimizin anılarında kaldı.

Bütün bu anlattıklarım 70’li yıllarda geçti. Ülkenin biraz dışa kapalı olduğu yıllardı, özellikle de Türk Parasını Koruma Kanunu çok engel yaratıyordu. Yurt dışından dönerken benden istenenlerin başında sabun ve diş macunu geliyordu.  Aslında her şey boldu ülkemizde. Tarımda dışarıdan ithalat yapmayan yedi ülkeden biri olduğumuz söyleniyordu. İnsan ilişkileri ve sahip olduğumuz değerler, dostluklar anlamında, huzur içinde yaşamını sürdüren, mutlu mesut, şanslı nesildik.

O zamanlar bir tek televizyon kanalı vardı. Siyah beyaz. TRT. Sabah açılışı, gece kapanışı yapılan. Hiç unutmam bir gün yurt dışından peş peşe üç müzik klibi yayınlandı. İlk kez görüyordum. Şimdiki nesillerde bilmeyen yok. Meğer bana okunuşu öğretilip kaptanın eşine söylemem istenen bu cümlenin şarkısı yapılmış, dillere pelesenk olmuş. Değişen çağlar, değişen anlayışlar. Dünya döndükçe değişim kaçınılmaz ve güzel olan da bu değil mi?

İşte o sözlerin söylendiği şarkı,

11 Eylül 2024

Heybeliada

¹Müzenin adı 2022 yılında Kocaeli Arkeoloji Müzesi olarak değiştirilmiştir. Etnografya kısmı ise Atatürk Redif ve Etnografya Müzesi'ne taşınmıştır.

²Fr. Voulez-vous coucher avec moi ce soir? Türkçe, "Bu akşam benimle yatmak (sevişmek) ister misiniz?"

³Fr. Non! Ne me touche pas!" Türkçe, "Hayır! Bana dokunma!"

Yorumlar
Kalan Karakter 800
Gülay Tangöze
Bu haftaki yazında benimde Fransa seyahatlerim gözümde canlandı.Gerçekten çok sofistike içki ( Şarapları) ve yemekleri seyahatimizi renklendiriyor ve çok keyifler alıyorduk.Seninde anlattığın oralarda geçirmiş olduğun zamanlar içinde yaşadıklarını zevke okudum.Hoş yazılarına devam diyorum Fethi.
Özlem Esen
Fethi bey sizin de anlattığınız Fransızların sakin ve keyifli yaşam kültürü aslında örnek alınması gerekiyor. Tıpta da French paradox diye bir kavram var yani yağlı etler tüketiyor sigara içiyor ama Avrupa’nın diğer ülkelerine göre daha az kalp hastası oluyorlar. Amerikalı bilim insanları bunu şarap tüketimine bağlasa da daha sonra bunun sırrı stressiz yenen 1 saatlik öğlen yemeğinde olduğu düşünüldü