Hayvanlar İnsan Olsaydı…

“Hayvanların bize asla başkaldırmayacak olması beni incitiyor.” E. Canetti

Eğer hayvanlar ‘insan’ olsaydı ne olurdu? Atların, eşeklerin, katır ve develerin, bunların ötesinde fillerin, gergedanların, ormanlar ve savanların kralı olan aslan ve kaplanların farkındalığa (bilinç-şuur) sahip olup insan fıtratında ve mizacında olduklarını düşünebiliyor musunuz? Fillerin şiir söylediklerini, ayıların edebiyat, sanat yaptıklarını, gergedanların nutuk irat ettiklerini hayal edebiliyor musunuz? Herhalde daha hareketli ve canlı bir gezegen olurdu. Keyfinden geçilmez, yaşanılmasına doyum olmazdı dünyanın. Hiç şüphesiz doğa da nasibini alırdı bu şenlikten. Denizlerimiz kirlenmez, nehir ve göllerimiz kurumaz, türlerin soyları tükenmiş olmazdı. Eğer farkındalık insanların tekelinde olmasaydı, savaşlar, katliamlar, soykırımlar yaşanmaz, doğa ve çevre sorunlarımız da olmazdı.

Acaba böyle mi olurdu? Tam böyle olmasa da büyük bir olasılıkla bugünkünden daha iyi olurdu. En azından gezegenimiz insanların tekelinde olmaz, insan ve hayvan hakları gerçek tabanına oturur, havada kurumuş yapraklar gibi uçuşmazdı. Demokrasimiz daha güçlü ve daha işlevsel olurdu. Öyle ki hayvanlarla aramızdaki barışçıl diyalog hayvanlardan çok şeyi öğrenmemizi sağlardı. Haddimizi bilir, açgözlülüğümüzü disipline ederdik. Esasen tarih boyunca insan soyunun başına ne gelmişse aç gözlülüğünden ve haddini bilmezliğinden gelmiştir. Oysa açgözlülük dediğimiz bu şeytani ve dangalakça duygu hayvanlar arasında hemen hemen hiç yoktur. Öyle ki karnı tok bir aslan bir ceylanın ya da bir antilopun yüzüne bile bakmaz, koca bir tavşanı yutan bir yılan günlerce ininden dışarı çıkmaz.

Sevgi ve muhabbet konusunda da onlardan alacağımız çok şey olurdu. Öncelikle riyakârca sırıtan bir yüzümüz olmazdı. Yalandan ve yalan söylemekten ar etmeyi hayvanlardan öğrenmiş olabilirdik. Hayvanların ağladıklarını görmüşüzdür de sırıttıklarına hiç tanık olmamışızdır. Çünkü onlar birbirlerini kandırmayı ve riyayı bilmezler, doğal ve oldukları gibilerdir. Bencillikleri de pek yoktur. Örneğin aslanlar avın yumuşak kısımlarını yaşlılarına bırakırlar. Sonrasında hırsları ve tutkuları da yoktur hayvanların, bu konularda bize büyük ölçüde kılavuzluk edebilirlerdi. Hele ki paylaşım konusunda bize örnek olup çok büyük dersler verebilirlerdi. Öyle ki arıların, karıncaların bir parça azık için birbirlerinin kafalarını gözlerini yardıklarına hiç rastlanmamıştır. Sonrasında otlamak için çayıra yayılan gergedanların, fillerin, geyiklerin, ceylanların, antilopların, atların, zebraların hatta eşeklerin bile bir parça çim ve ot yüzünden karakolluk oldukları görülmemiştir. Bir kediden, bir köpekten feyz alıp cami avlularına çöp bidonlarına bırakmazdık yavrularımızı. Ayrıca çifte kumrular gibi el ele, göz göze olur, birbirimizin ağzından yer, içerdik yaşamımız boyunca. Boşanma, nafaka, vesayet sıkıntılarımız kalmazdı. Bebelerimiz için özveriyi karşıt cinsle birlikte gösterir, yaşamı birlikte paylaşırdık tıpkı penguenler, balinalar, yunuslar gibi. Sokaklarda, yaban ellerde, kreşlerde, bakım evlerinde heder olmazdı yavrularımız.

Dikkat edilirse bütün bu olumsuzluklar insan olmanın, daha doğrusu insan farkındalığının eseri gibi görünse de aslında onun açgözlülüğünün, hırs ve tutkularının sonucudur. İnsanoğlu farkındalık gibi bir nimeti açgözlülüğü ile devşirip heder ediyor. Bu yüzden gittikçe yozlaşıp çürüyor. Çevresinde ne insan ne hayvan ne doğa bırakıyor. Filin, gergedanın ya da devekuşunun yaptığı bir şey yok. Onlar kimseye zarar vermeden yaşadığı kadar yaşıyor sonrasında çekip gidiyor. Ama insanoğlu öyle mi? O, ölümsüzlüğü düşlüyor, her şeyin kendisi için yaratıldığını savlıyor ve mahlûkatın en şereflisi olduğunu ileri sürüyor. Bu yüzden korkunç bir bencillik içinde acımasız bir yaratık oluveriyor.

Kutsal kitaplara göre insan, mahlûkatın en şereflisidir! Hiç merak etmeyin, mahlûkatın en şerefsizi de insanlar arasındadır. İyilik de kötülük de insan menşelidir. Bunu kimse durduk yerde insanın başına bir hale ya da bir zillet olarak koymamıştır. İyilik de kötülük de farkındalığımızın ve sosyalleşmemizin sonucudur. İnsanın varlığını ve yaşamını koruyan ve kollayan her faydalı şey iyidir, güzeldir. Bunun aksiyse kötü ve çirkindir. İnsanlar birbirlerini sevip yaşamı paylaştıklarında güzellikleri ortaya çıkarırken, açgözlülük, hırs, tutku ve bencillikleri kötülük ve çirkinlikleri ortaya çıkarmaktadır. 

Farkındalığımız iyi, güzel, ulvi duygularımız için çalıştırılabilecekken bazılarımız kötüde, çirkinlikte harman kaldırıyor. Oysa yoku var etmek, çirkini güzel eylemek, huzuru, güveni, adaleti, sevgi ve muhabbeti katlamak içindir farkındalığımız. Ancak olay sadece bundan ibaret değildir. İçinde yaşadığımız toplumsal ve ekonomik düzenlerin de etkisi hayli büyüktür, insanların güzeli ya da çirkini yaratmalarında.

Tekelleşmiş dünya kapitalizmi insan odaklı olmak yerine düzen odaklı çalışmaktadır. Her bir dolar yaprağı çocukların ağlamalarından, anaların feryatlarından ve hayvanların varlığından evladır. Dünyayı ele geçiren bu muktedirler insan farkındalığının üzerinden atlayarak hüsrana doğru hızla koşmaktadır. Gelecek yüzyılların düzeni insanı, hayvanı, doğayı harcayan, sömüren ve istismar eden tekelleşmiş kapitalizm olmamalıdır. İnsan farkındalığı buna müsaade etmeyecektir. İnsanı insan yapan dinamik farkındalığı olmuştur. Kurtaran da o olacaktır.

Esasen insanın bencilliği ve aç gözlülüğü onun insan olmasından çok sonra başladı. Bütün her şey onun topluluklar halinde bir araya gelip yerleşik düzene geçmesiyle başladı. İktidar ve mülkiyet duygusu onu açgözlü ve haris yaptı. Savaşlar, katliamlar, tecavüzler hep bu minval üzere oldu. Egemen, ordu ve din aristokrasisi güçlenirken insanlar paryalaştırılıp köleleştirildiler. Hayvanlar ve doğa da bütün bu olumsuzluklardan (köleleştirmeden) büyük ölçüde pay aldı. Nietzsche’nin dediği gibi, köleleşmiş ahlak anlayışı, insanın kendisi dâhil bütün her şeyi köleleştirdi. Bunda dinlerin ve din aristokrasisinin payı çok büyük oldu.

Bugün “bayram”. Ülkemizde iki buçuk milyon büyükbaş, bir bu kadar da küçükbaş hayvan kurban edilecek. Buna bütün Müslüman ülkeleri kattığımızda bir gün içindeki hayvan katliamının boyutunu varın siz düşünün. Başka dinlerde de değişmeyecektir bu. Horoz, hindi, köpek gibi, yine hayvanlar olacaktır, bu katliamların objesi. Kölelerin köleliklerini kutsamasıdır bu katliamlar ve adına “bayram” denmektedir. Hem de “kurban bayramı”.

İnsan farkındalığı hem zehri hem panzehridir insanın. Bu da insana duygudaşlık (empati) yaptırır. Ünlü yazar Elias Canetti “Hayvanlar Üzerine” adlı eserinde:

“Hayvanların bize asla başkaldırmayacak olması beni incitiyor.

der ve hayvanların asla vaki olmayacak isyanlarının özlemini duyumsar.

George Orwell ise “Hayvanlar Çiftliği” adlı eserinde bir manifesto ile hayvanları isyana çağırır. Bütün insanların düşman olduğunu ileri sürerek hayvanlar arasında büyük bir farkındalıkla mükemmel bir birlik ve bir yoldaşlık olsun ister.

Ve bir şiir,                                         

Çocuk ve İt

(sevgili dostuma!)

Sen ne sadık bir dost, ne içten bir arkadaştın…

Birlikte yediğimiz, birlikte içtiğimiz,

Oynaşıp yorulduğumuz…

Ve

Çitlembik ağacının gölgesinde birlikte uyuduğumuz

O günler…

 İnan bugün özlemim!

Sen bir köpek, ben bir çocuk;

Ama bir dost olarak

Sevgide yitip gittiğimiz o günler

Yaşamın özüymüş meğer…

Bir zehirli et lokması tüketti yaşamını,

Ve yaktı benim bağrımı.

Kıydılar sana!

Sevginin yüceliğini ilk kez duyumsadığım o gün;

Gülüp geçtiler…

Ve bana “çocuk,” sana “it” dediler!

Hayvanlar İnsan Olsaydı… resim: 0

                                                              (C. Çalımer  /1996)

Haziran 2024, Marmaris / İçmeler

Yorumlar
Kalan Karakter 800