Her Şeye Rağmen Hayat Güzeldir!

Tam da suratında, sağ yanağının üzerindeydi! Başka yer bulamamıştı. Kendini bildiğinden beri hep oradaydı ve ona bir kabir azabı yaşatıyordu. Bakan herkes, dönüp bir daha bakıyordu. Bu yüzden sanki yargılanıyordu ya da en azından o böyle algılıyordu...

Soran, yorum yapan da oluyordu. Ama onu, daha çok sormayanların alaylı ve sinsi bakışları çileden çıkarıyordu. Kim bilir ne düşünüyorlardı; zavallı deyip ona acıyorlar mıydı, yoksa gülüp geçiyorlar mıydı? Belki de kendilerinde böyle bir şeyin olmadığı için sevinip şükrediyorlar, kendilerini şanslı belliyorlardı. Böyle bir şeyin kendilerinde olmayışı insanlar için şükür ve şans vesilesi sayıldığına göre demek ki, bu onun için bir kadersizlik ve büyük bir talihsizlik olmalıydı. Acaba lanetli miydi, yoksa anasının babasının gizli günahlarının bedelini mi ödüyordu?

Hiçbir şey yapılamıyordu; ne çıkarılabiliyor, ne kazınabiliyordu. Hücre yapısı öyleydi. Damgalı eşekler gibi ömür boyu onunla yaşıyordu ve yaşayacaktı. Ne sevmeyi, ne sevilmeyi anlamıştı. Ne de gençliğini yaşayabilmişti. İnsanlar arasına çıkamaz olmuştu. Esasında insanlar çok kötüydü, anında damgalıyorlardı; “Ha şu yamalı mı?” diyorlardı, Ardından da “zavallı” sözünü etmeden duramıyorlardı. Beğendiği, sevdiği, birlikte olmak istediği nice insana kafasını çevirmişti. Tahsil hayatına bile bu yüzden devam edememişti.

Düşündükçe karalar bağlıyor, annesine ve kaderine kahrediyordu; ‘ne vardı çalacak’, ‘çok mu gerekliydi?’ ‘doğru dürüst bir şey çalamaz mıydı? Sonrasında bedeninde onca yer dururken suratının tam orta yerinde çıkması bir kadersizlik değil miydi? Küçük sevimli bir şey de değildi, koca bir nal gibiydi. Kimselerden gizleyemiyor, aynalara bakamıyordu. Bu mendebur şeyin varlığını idrak etmemek için bilincini yitirmeye razıydı.

Annesi de onun bu haline çok üzülüyor, hatta kendini suçlu hissediyordu. Bir yandan da, “Kızım kör değil, topal değilsin” dese de onu teselli edemiyordu. Kızı, “Keşke kör olsaydım da bu durumda olmasaydım. Kör diyerek yüzüme bakmazlar, benimle ilgilenmezlerdi.” diyordu. Gitmedikleri doktor, kapısını çalmadıkları hoca kalmamıştı. Doktorlar ne kadar olmaz böyle bir şey deseler de halk arasında yaygın bir inanç vardı. Kız doktorların demesinden ziyade halk arasındaki bu söylentiye inanıyor, buna göre annesini yargılayıp, suçluyordu. Esasen hikâyeyi kızına o anlatmıştı, anlatmaz olsaydı! Bir evladı kendine düşman etmişti. Annesi; “Kızım, her hamile kadının başına gelmesi normaldir; aş erer, canı olur olmaz şeyler ister. Ben de sana hamileyken canım muşmulaya aş erdi. Tezgâhtan adam görmeden bir tane çalıp koynuma attım, daha sonra da yedim. Çalmaz, yemez olsaydım! Ne bileyim, muşmulanın resim gibi suratının orta yerinde çıkacağını? Eğer suçlu arıyorsan yine de senin hamileliğin sebep oldu buna. Hem sonra doktorlar ilmen böyle bir şey olmaz diyor.” Diyerek kendini savunuyordu ama kızının acısını dindiremiyordu.

Ancak kadın, son zamanlarda kızında bazı değişiklikler sezinlemeye başlamıştı. Kızının civardaki sosyal yardım derneklerine gittiğinden beri o eski hırçınlıkları gitmiş, sevecen ve cana yakın biri olmuştu.  Onu yargılaması, suçlaması, bıçakla kesilmiş gibiydi. Sebebini bilemiyordu ama kızında büyük bir değişiklik vardı, sanki kızı mutasyon geçiriyordu. Kadın kızındaki bütün bu olup bitene bir anlam veremiyordu. Bu kez de bu durum kadının içini kemirmeye başlamıştı. Acaba kızına ne olmuştu?  Bir şey de soramıyordu kendisine; sırçadan oluşmuş dünyasının kırılmasından korkuyordu. Ama kızına her fırsatta soran gözlerle de bakmıyor değildi. Kız annesinin bu halini anlıyor ama anlamazdan geliyordu.

‘Sevmek ve paylaşmak için fizik görünüşten ziyade ‘iç güzelliği’ önemliydi. Bu olmadan hiçbir şeyin önemi yoktu. Ayrıca hayat her şeye rağmen güzeldi ve umut doluydu.’ Bunu ona anlatmanın yanında hissettiren ve yaşatan Bilal olmuştu. Bilal’la ruh ikizi olmuşlardı ve birbirlerini çok seviyorlardı. Şimdi hayatlarını birleştirmeye karar vermişlerdi. Kız, Bilal’ı annesiyle tanıştırmak istediğinde dünyalar kadının olmuştu; kızında bu denli değişime sebep olan bu insanı çok merak etmiş ve onu biran evvel tanımak istemişti.

O gün ana kız çok güzel bir masa hazırladılar. Her ikisi de heyecanlıydı. Genç kız bir kuş gibi şakıyor, oradan oraya uçuyordu. Kadın, şimdiye kadar tanık olmadığı kızının bu haline bakarak gözleri nemleniyor, sevinç ve mutluluk çığlıklarını içine bastırıyordu. Öğle saatlerinde bahçe kapısının önünde bir araba durdu. Boyu postu, eni endamı yerinde, gözünde kara güneş gözlükleriyle bir aktörü andıran Bilal arabadan indi. Elinde bir buket çiçek, diğerinde ince uzun beyaz bastonuyla yürüdüğü bahçe yolunu yoklayarak evin kapısını buldu ve el yordamıyla zillerini çaldı.

 

 

 

Yorumlar
Kalan Karakter 800
Fethi Denizmen
Sonuna kadar merakla okuttun ya bana Bravo. Müthiş kurgu Hikayenin sonu da festival filmleri gibi izleyene bırakıyor ne olmuş olacağını