Türkiye'de Pestisit İşleri
Diyelim ki bir satıcısın ya da satıcı olmaya niyetlendin. Niyetin de kötü. Satmak istediğin şey her ne ise analizler, manalizler derken içi boş bir pazarlama yaratmak istiyorsun. Bu ister süt olsun, ister toprak, ister su, ister yumurta...
Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Paradurumu'na abone olun
Paradurumu'na Google News'te abone olun
Abone OlYa da örnek üzerinden gidelim: Diyelim ki amacın Akdeniz sineğine karşı baştan aşağı ilaçlanan havzadaki narenciyeyi "İlaçsız, tertemiz. Bakın, bu da analizimiz" diye satmak. Pestisit raporlamasında "Tespit edilmemiştir" yazan bir kağıt istiyorsun yani. Mümkündür, buyur:
1) Atla arabana, senin mal alıp sattığın bahçelerin bulunduğu havzadan komple çık. Kilometrelerce ilerle. Bölgeden iyice uzaklaştıktan sonra şöyle eski bir evin kenarında kırık delik, kurumaya yüz tutmuş, kimsenin ilgilenmediği bir portakal ağacını illa ki görürsün. Üzerinde kalmış tek portakalı kopar. Kimsenin verim beklemediği bu gariban ağaç sana istediğin her türlü verimi verecektir. Şöyle ki,
2) Koy bu portakalı çantana. Şimdi doğruca git bir laboratuvara. Ciddi imaj veren bir laboratuvar seçmen daha iyi olacaktır. Ne bileyim üniversite laboratuvarları olabilir, vesaire...
3) Laboratuvarın müşteri hizmetleri masasına vardın mı? Hop, orada sana doldurman için bir form verecekler. Al eline kalemi, yazmaya başla.
Firma ismi: Nuran Hanım'ın Portakal Bahçesi
Numunenin alındığı yer: Bodrum Gülbahçe / Güzelbahçe Mevkii
Getirildiği tarih: 03/05/2025
İstenen analiz: Pestisit
Vezneye analizin ücretini öde, bitti gitti! Hepsi bu kadar. Birkaç hafta sonra analizin çıkar. Beklediğin müjdeli haber elbette gelecektir. Nuran Hanım'ın Portakal Bahçesi'nde pestisit kalıntısı tespit edilmemiştir. Şimdi vursun davullar, inlesin sosyal medyan: "Portakalım pırıl pırıl".
Gerçekten mi?
Evet, gerçekten. Üstelik dahası da var.
Laboratuvarlar tapu kadastro dairesi değildir. Analizinize "Nuran Hanım'ın Portakal Bahçesi" yazdırabilmeniz için herhangi bir yerde fiilen bir portakal bahçesinin olmasına gerek bile yoktur. Bunu sorgulamak laboratuvarların görev alanı değildir. Beyan ne ise onu kıstas alırlar. Bunu kolaylıkla siz de deneyebilirsiniz. İster bir şahıs ismini, ister olan ya da olmayan bir işletmenin ismini, isterseniz de kafadan attığınız bir vergi numarasını istediğiniz her türlü analizin üzerine yazdırabilirsiniz.
"Yok artık" mı diyorsunuz?
Benim en yakın arkadaşlarımdan biri de aynen bunu dedi. İddalaştık. İsmini kafamızdan salladığımız, gerçekte var olmayan bir mevkinin, haliyle içinde var olmayan bir armudun analizini Yeditepe Üniversitesi'nde yaptırdık. Analiz raporu bizim verdiğimiz uydurma isimle yazıldı, mühürlendi.
Şimdi burada Yeditepe Üniversitesi'nin hiçbir kusuru yok, sakın yanlış anlaşılmasın. Onlar formda numunenin alındığı yer olarak ne yazıldıysa analiz raporuna o adı geçirdiler. Ötesini bilemezler, görevleri de bu değildir zaten. Anlatmaya çalıştığım şey bambaşka.
Toprak analizi mi yaptırıp yayınlayacaksın? Laboratuvara vereceğin toprak numunesini Erzurum Pasinler'den cebine koyup getirebilirsin. Zürih'ten, Peru'dan bile olur. Yeter ki temiz çıkacağına emin olduğun yer olsun. Dikilmemiş alanlar, yüksek rakımlar %100 temizdir.
Bir bahçeye ait su analizi mi alıp yayınlamak istedin? Git markete, al oradan bir şişe Evian (ama tabii Evian şişesi ile de götürme de), doldur bunu bir cam kavanoza, ver laboratuvara, ödemeyi yap, rapor gelir. Elbette tertemiz gelir. Sonra vur davulunu. Bu iş bu kadar kolay.
Narenciye sadece bir örnek. Bunu sütte yapabilir misin? Evet, yapabilirsin. Peynirde yapabilir misin? Evet. Yumurta? Evet. Un? Evet. Bakliyat? Hepsinde yapabilirsin. Tek bir istisnası var bunun: Örneği kendin götürmediğin, devletin bizzat aldığı durumlar. Orada gerçek ne ise sonuç da odur.
O sonuçları da zaten görüyorsunuz.
Bu satırları ben 2017'de yazdım. İnsanların akılları ile alay edilmesine tahammül edemediğim için yazmıştım.
Sertifikalı organik tarım işindeki mantık yoksunluğu artık mizah dergilerine bile konu olmaya başlayınca 'girişimcilere' yeni bir şey lazım oldu. "Analizli ürün" ismiyle yeni bir marketing icat ettiler. Sertifikalı ürün sistemindeki temel mantık eksikliği ne ise bundaki de tastamam aynı yerde. Sağ eldeki ürün ile sol eldeki belge, sertifika, analiz vesaire... arasında bir bağ kurulabilir mi? Kurulamaz.
Ama baktılar ki tüketici bu konuda hassas. Zırt Baba Çiftliğinden, Zurt Nine Bahçesine kadar, toprakta değil internette kurulmuş ne kadar ıvır zıvır işletme varsa hepsi sosyal medyalarını, satış sayfalarının üstünü ve altını bu tarz analiz raporları ile donatmaya başladılar.
Analizin maliyeti fiyatlara anında yansıtıldı tabii. :)
Pestisit konusu ise, evet, haklı bir endişe. Türkiye'de bu iş nasıl yürüyor, ilaçlama nasıl yapılıyor, genel hatlarıyla anlatayım.
Tarımda yüzeysel kimyasal ilaçlama üç yolla yapılıyor.
Birinci yol, yaz tatillerine giderken filan otobanın kenarında eminim görmüşsünüzdür, traktör arkasına takılan ilaç tankları ürünlerin arasında dolaştırılır ve spreyleme yapılır. Bunun yapılabilmesi için ürünler arasında traktör girebilecek genişlikte yollar olması gerekir.
Tarla küçükse, yani ürünler arasında açıklık yoksa ikinci yol seçilir, ilaçlama sırta takılan pompalar ile yapılır.
Büyük çaplı endüstriyel tarım alanları için ise tarım uçakları kullanılır. Uçak alçalır, yoğun bir ilaç atımı yapar. Böyle birkaç tur atar, gider.
Bunlar harici ilaçlamalardır. Doğru miktarlarda ve doğru zamanlama ile yapılırsa ürünün içine fazlaca sirayet etmezler.
Tehlikeli olan ilaçlama sistematik ilaçlamadır. Sulama suları ile yapılır. Suyun içine kimyasal ilaç eklenir, mahsulün hücrelerine kadar sirayet eder.
Havalandırma sistemi ile ilaçlama, çiçekte iken bandırma gibi yöntemler de sistematik ilaçlamaya dahil. Bir de toprağa dikim öncesi yaygın biçimde atılan herbisitler, yani yabani ot öldürücü ilaçlar var.
Şimdi bu sıralı listede kullanılan tarım ilaçlarının kalıntısı pestisit kalıntısı olarak adlandırılıyor. Bu bir yandan sağlığımızı tehdit ederken diğer yandan da yukarıda yazdığım yeni moda pazarlama yöntemi ile hem sağlığımızı hem de ceplerimizi tehdit ediyor. "Efendim ürünlerimiz analizlidir, şu elimde görmüş olduğunuz analiz ile birlikte 6'lı jilet ve 1 de tarak hediye" filan tarzında feci bir keriz silkeleme operasyonu yapılıyor.
Türkiye'de tarım ilaçları çok yoğun, hem de çok çok yoğun kullanılıyor. Peki siz bundan nasıl kaçarsınız?
Sistematik olarak ilaç verilen ürünlerin başını domates ve salatalık çeker. Artı çilek. Bu üçünde dikkatli ve seçici olmanızı öneririm. Bunların dışındaki ürünlerde yoğun ilaçlama yapılmaz. Sevip beğendiğiniz yerden, isterseniz semtinizde kurulan pazardan filan gidip alabilirsiniz. Yapacağınız karbonat eklenmiş suda 10-15 dakika bekleyip sonradan yıkayın. Su mümkünse sıcak olsun. Kabuklarını da biraz kalın soyun.
Bu yöntemle yüzeysel, yani püskürtme ile atılan ilaçtan çok büyük ölçüde kurtulursunuz. Sistematik ilaçlamanın ise çaresi var dersem yalan olur. Sistematik ilaçlama meyve çiçekte iken başlar, hasada kadar sulama suyu içine habire eklenir. Bu vesileyle sıfır zayiatla firesiz ürün hasadı yapar çiftçi. Üreticiyi tanımanız gerek.
"Ölümcül mü?" konusu ayrı bir tartışma. Sizin nasıl yaşadığınıza bağlı olarak cevap değişir. Pestisitler vücudunuz için toksindir. Karaciğeriniz de toksinleri temizleyip atmakla görevlidir ve bir kapasitesi vardır. Diyelim ki günlük arındırabileceği miktar 100 birimdir. Eğer siz boş zamanlarınızı egzoz gazıyla dolu bir caddenin kenarında oturup kahve sigara içerek geçiriyorsanız, temiz hava girmeyen bir plazada çalışıyor ve yaşıyorsanız, işe gittiğinizde averaj bir öğle yemeğine mecbursanız, gazlı meşrubatlarla, 444'lü pizzacılarla filan aranız iyiyse bu sınırı haydi haydi aşarsınız.
Üzerine ilave edeceğiniz her bir toksin 100 birimlik iş yapabilen karaciğere 200, 300, 500 birim iş yüklemek olur.
Aradaki fark yükseldikçe hastaneye gidiş hızınız da yükselir. Böyle yazdığım için özür dilerim, fakat net olmak gerekiyor.
Toksin kontenjanını bütüncül olarak gözden geçirmeniz, verebileceğim en ciddi tavsiyedir. Kaçabileceğiniz bazı şeyler vardır, kaçamayacağınız bazı şeyler vardır. Plazadaki işinizden belki kaçamazsınız, ama yangın merdivenindeki sigara ve kahve ritüelinden kaçabilirsiniz. Evinizi sıkça havalandırabilirsiniz, uyurken camınızı hafifçe açık bırakabilirsiniz. Hafta sonlarını AVM'ler içinde değil parklarda, sahillerde, Belgrad'da filan geçirebilirsiniz. İyi su tercih edebilirsiniz. Evinizi parlatan temizlik ürünleri yerine daha makul, belki parlatmayan ama pis de bırakmayan geleneksel yöntemlere geçebilirsiniz. Sirkeli su, arap sabunu... Budur. Giyimde daha mat renkler, kumaş içeriğine bakarak satın alma alışkanlığı.
İyi bir eleme ile toksini 50'ye düşürürseniz elinizde minik bir parça daha yer kalır. Bu da semt pazarındaki riskinizi rahatça tolere eder.
Daha önemlisi ise şu: Tarımsal üründe pestisit çok konuşuluyor. İyice yıkadınız mı, bir anlamda rahatsınız burada.
Pişmiş yemek sektöründe bu konu neden(se) hiç konuşulmuyor.
Dibinin dibi ürünler asıl bu sektörün girdisidir. Satın almacıların üreticileri birbiriyle yarıştırdığı ve alım kararlarını belirleyen tek kriter fiyat listesidir. Hangisi ucuzsa oradan mal alınır. Üzerine yetersiz yıkama, leş gibi soğuk hava depoları, kötü yağ, kötü su, kötü salça derken bir tabaktaki beş malzemenin beşi de "çok kötü" kategorisindedir. En çaresiz olduğumuz level da işte tam olarak burası.
Tuzuna kadar dandik olan bu sektörü anlatmaya kelimeler artık yetmiyor. Covid kırılımı sonrası vicdanlar ve kafalar çok değişti. Uyanık olun.
Marulunuzu, salatalığınızı nereden alırsanız alın, arındırın. Büyük ölçüde arınan bu sebze ve meyveye kötü içerikler eklemekten de kaçının.
Çilek mi yediniz? Üzerine krem şanti eklemeyin. Marul yıkadınız, salata mı yaptınız? Hazır salata sosları filan eklemeyin.
Et mi yediniz? Afiyet olsun. Ama barbekü sos eklemeyin.
Ehvenişer iken beter etmeyin. Özet budur. Yemeğinizi yediniz, tatlınızı evde yapın. Hiçbir şey yoksa kuruyemişle kapatın. Kutuda bilmemne dondurmasını alıp da sofranıza koymayın. Bir mantık çerçevesinde yaşamlarınızı derli toplu hale getirmeniz gerekiyor.
Bir paket sigaranın, üç kilometre uzunluğundaki semt pazarından daha fazla toksin içerdiğini lütfen iyice belleyin.
Pestisit Türkiye'de hep vardı. Dün ortaya çıkmadı. Geçen seneden bu seneye artış da yaşanmadı. Gümrükten dönen ürünler vs bir anda artmadı.
Değişen pestisit değil, değişen sadece pazarlama metotları. Gözünüzü dört açın ve lütfen bu oyunlara gelmeyin.
Gerçek tehlike mamul üründe, analizci uyanıklarda, ambalajlı ürün sektöründe...
Bize gelince... Biz kimyasal ilaç kullanmıyoruz. Yayla seviyesinde yaptığımız tarımda hiçbir şey kullanılmıyor, o seviyede tarım zararlısı yaşamaz. Ova düzeyinde yaptığımız tarımda ise bin yıldır kullanılan mineral koruyucular ve yöntemler ile, yani kireç, bordo bulamacı, kükürt, feromon tuzakları, kaynatılmış acı biber suyu, tazyikli su ile yıkama vb. belli ölçüde koruma sağlıyoruz.
Bunlar böceği %100 kesmez. %90 keser, 95 keser... Ürüne göre, yıla göre, havaların durumuna göre değişir.
Kaybettiğimiz kısım için "o da böceğin hakkı" diyebiliyoruz.
Mutlu haftalar ve güzel bir bahar dilerim.