Onur ve Kibir

Bugün ‘Büyüklenme’ olarak Türkçeleştirdiğimiz ‘Kibir’ sözcüğü Arapça ‘Kibr’ sözcüğünden gelir, anlamı: 1. Büyüklük, büyük olma 2. Büyüklük taslama. Yüksekten bakma, büyüklenme şeklindedir.

Mevlana’nın güzel bir sözü vardır. 

“Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” der.

Kibir dediğimiz büyüklenme hali esasen insanda buna imkân tanımaz. Mevlana bu önermesinde kendini tanımak, haddini bilmek, bastığın yeri görmek şeklinde anlamlandırılacak bir söylemi dile getirirken, kibir ya da büyüklenme dediğimiz şey tam da bu söylemin karşıtı bir ruh halini gündeme taşır.  Bunun psikolojik ve sosyolojik nedenleri hayli derindir. İnsanda travmatik bir hale büründüğünde sonuçları hem o insan, hem de etrafı için ağır sonuçlar doğurur. 

Onur dediğimiz şey bir ‘var olma’halidir. Bu yüzden kendi dâhil bütün varoluşa saygılıdır. Kendini bilir, ayakları yere basar, ne istediğini bildiği gibi karşısındakinin de ne olduğunu bilir. Bu konudaki savaşımı, diğer varoluşlara saygılı olarak, bir varoluş savunması şeklindedir. Diğer bir ifadeyle KİBİR saldırgan, baskıcı, bencil, üst-benili bir tutum izleyerek “küçük dağları ben yarattım” derken, ONUR, içinde yaşadığı varoluşa saygılı, barışçıl ve paylaşımcıdır. Bu yüzden kibir savaşçı, onur barışçıldır. Kibri yöneten hırs ve tutkular olurken, onur aklı rehber eyler. Kibrin savaşı kör ve bencil duygular içindir, onurun savaşımı ise insan olmak içindir.  

Aşağıda okuyacağımız tarihi anekdot, bu kavramların sanki ete kemiğe bürünmüş hali gibidir ve ibret vericidir.

Kraliçe Thamara ve II. Süleyman Şah

Selçuklu dönemi kaynağı İbn-i  Bibi,Süleyman şah’ın Gürcistan seferinin sebebine dair bir anekdot anlatır. Buna göre,

“Tahtına bir varis bırakmak için evlenmek isteyen Thamara, çok sayıda oğlu olduğunu duyduğu Kılıç Arslan’ın ülkesine bir nakkaş (ressam) gönderdi. Nakkaş on bir oğlunun suretlerini çizdi ve kraliçeye götürdü. Thamara içlerinde hafif dağınık saçları, etkileyici bakışları ve servi gibi boyuyla çok yakışıklı bulduğu şehzade Süleyman şah’ı beğendi, hatta aşık oldu. II. Kılıç Arslan’a bir elçi gönderip, şehzade Süleyman şah’la evlenmesine izin verilmesini, inanç farkına rağmen onun Gürcüstan’da hükümdar olmasının önünde hiçbir engel bulunmadığını bildirdi. Kılıç Arslan, Süleyman şah’ı huzuruna çağırıp, Thamara’nın teklifini, hediyeleriyle birlikte, kendisine iletti.

Bu öneriye çok öfkelenen Süleyman şah, hükümdarlık için küffar memleketine gitmeyi zillet sayacağını; ancak sultan emir buyurursa, kâfirleri hak yoluna sokmak ve Gürcistan’ı ülkesinin topraklarına katmak üzere sefer yapabileceğini söyledi ve böyle de yaptı. “

Gürcü kaynağı Brosset,Süleyman şah’ın Gürcistan seferine çıktıktan sonra kraliçeye gönderdiği tehditlerle dolu mektubunda şöyle dediğini naklediyor:

 “Gök kubbe altında bulunan hükümdarların en büyüğü, Allah’ın Peygamberinin yardımcısı ben Süleyman şah, Gürcülerin kraliçesi sen Thamara’ya  bildiririm ki, sen Gürcülerin eline kılıç verip Allah’ın sevgili kulları olan Müslümanları öldürmeyi emrettin. Şimdi bizzat ben sana ve milletine İslam’ın adaletini göstermek ve Allah’ın bizim ellerimize emanet olarak verdiği kılıcı, sizin bir daha kullanmamanız gerektiğini öğretmek amacıyla geliyorum. Gelişimde ancak ayağımın önünde diz çöken, Muhammed’in peygamberliğini kabul edip dinini bırakan, boşuna ümit bağladığınız haçı huzurumda kıran kimseleri mükâfatlandıracağım. Bununla beraber kimseyi din değiştirmeye zorlamayacak ve halka zarar vermeyeceğim ve tabiiyetimi kabul edenlerden başkasının yaşamasına müsaade etmeyeceğim.”

Bu mektubu ileten Türk elçisinin “Eğer kraliçe dininden dönerse, Sultan Süleyman şah onu nikâhına alacak aksi takdirde cariye yapacaktır.”demesi üzerine Gürcü komutanı Zakaria’nın Elçiyi tokatladığı ifade edilmektedir.

Kraliçe Thamara’nın onurlu cevabı ise şöyledir:

“Ey Süleyman şah! Biz Allah’ın kudretine ve Meryem’e güveniyoruz. Bizim umudumuz mukaddes haçtadır. Gökleri hiddetlendiren mektubunu okudum ve Allah’ın, küstahlığından dolayı seni cezalandıracağının işaretlerini gördüm. Sen askerlerine güveniyorsun, nefretinden dolayı böyle yapıyor ve ganimet için savaşıyorsun. Ben ise ne zenginliğime, ne askerimin miktarına, ne de insanlara güveniyorum. Ben sadece Allah’a ve senin hakaret ettiğin salibe (haça) güveniyorum ve Meryem’e dua ediyorum. Sana İsa’nın askerlerini gönderiyorum. Bu askerler sana hürmet göstermeye değil, kibrini kırmak için geliyor. Senin değil, Allah’ın irade ve adaleti tecelli edecek ve bir daha Allah’ın adına hakaret etmemeyi öğreneceksin. Tam zamanında yetiştirmek gayesiyle adamlarından birisini sana gönderiyorum ki, tedbirini alasın. Askerlerim de artık sana doğru hareket etmiştir.”

Büyük komutanlar idaresinde harekete geçen Gürcü ordusu Selçuklu ordusunu hezimete uğrattı. Çok sayıda ölü ve esir veren Süleyman şah ağırlıklarını savaş meydanında bırakarak Erzurum’a doğru çekilmek zorunda kaldı (1202) 

Süleyman Şah 1204 yılında ölümcül bir bağırsak hastalığından vefat etti. Gürcü seferi sırasında uğradığı yenilgi sebebiyle üzüntüden hastalanıp öldüğü söylenir.

Yorumlar
Kalan Karakter 800