Turizmde Son Çıkış

Televizyon programlarında programın sunucusu yarışmacıları uyarır hani: "Duydunuz zilin sesini." Cevabınız o anda hazır olmalıdır yoksa kaybedersiniz.

Turizm sektörünün içinden geliyorum, turizmcilerin çoğunu da tanırım. İşte tam da o noktadalar şimdi. Bambaşka bir yaz sezonuna geldik.

Bu kez her yerde aynı ses var. Her masada aynı konu konuşuluyor ve geçtiğimiz senelerden çok daha yüksek sesle konuşuluyor.

Yani yerli turistler, - yani biz oluyoruz bu - kazıklanmaktan artık illallah ediyor.

Bilmem kaç milyon insan vize başvurularında sıraya giriyor, öylesine bir talep oluştu ki randevu slotları artık karaborsada satılıyor.

Yeşil pasaportu olan zaten hiç düşünmeden kaçıyor. Bir o kadar da kapı vizesi alıp vınlayanlar derken, Kuşadası'ndan başlayıp Antalya'ya uzanan yay üzerindeki bütün turizm beldeleri şimdiden kan ağlıyor. Yazlıkçılar elbette gidecektir, bir kalabalık da olur muhakkak...

Fakat gören görüyor iş olmayacağını.

Avrupa'nın kültür rotalarına, bilindik şehirlerine gidenler ayrıdır, o konu dışı. Fakat dibimizdeki adalara giden kimse, ama hiç kimse buralara Türkiye'de var olmayan bir kültürel hazine için, eşsiz mimarileri için, farklı yemekleri ya da görmezsen olmaz müzeleri için gitmiyor. Basit, ama lezzetli bilindik bir yemek, basit ama tertemiz - üç yıldızlı bir otel, basit, ama temiz, Instagram filtresiz bir plajda yüzmek için gidiyor ve bütün bunlara karşılık aynı basitlikte hesaplar ödemeyi istiyor. İnsanlar çok basitçe bunu istiyorlar.

Bu çok basit isteğin karşılanması için ise çalıştıkları şirketlerin kuruluş tarihçesinden, ninelerinin tüberküloz testlerinin sonuçlarına kadar otuz beş milyon tane evrakı bin bir zahmetle topluyorlar. Randevuları kovalıyor, sıralara giriyor, tekrar sıralara giriyor, deniz yolculuğu, sonra tekrar sıralar...

Oysa dibinde tastamam aynı deniz var, üstelik önündeki de çok daha güzel bir kumsal.

Kim ister ki bu eziyeti? Kimse istemiyor.

...Ve aslında istemediğini de bağırıyor, bağırıyor, bağırıyor.

Sosyal medyada "yetti bu kazık" hashtag'iyle paylaşılan bütün o adisyonlar, masalardaki benzer sohbetler, bütün o karşıya gidişler ve gitmek için feribot sırasında beklerken "yörenin esnafından su bile almayacağım" diye verilen demeçler aslında tam olarak aynı şeyi söylüyor.

"Duy beni, kazanmaya çalış beni. Bayılmıyorum gitmeye".

Talepler aslında o kadar basit ve o kadar maliyetsiz ki bunlara karşılık vermemek için ya aptal ya da büsbütün kötü niyetli olmak gerekiyor.

Bunlar nedir?

Eliniz bol olsun. İnsanlar bunu istiyor. Küçücük bir porsiyon vereyim ki doymasınlar, ikinciyi de sipariş etsinler. Masaya minicik bir su koyayım ki iki yudumda bitirsinler, bir şişe daha istesinler. Ben ise o esnada kasada, ifadesiz ve suratımla ve mekandan habersiz sıfatımla kendime yeni otomobil bakayım filan... Herkes farkında, giden sadece çaresizlikten orada ve hepsi nefret ediyor.

Birbirinin aynısı menüler, tıpkısı meze dolapları... Bu dolaplardaki her şeyin Metro Gross Market'ten alındığını artık çocuklar bile biliyor. Hangisine gitsen aynı ucuz tat, hepsinde aynı yavanlık. Farklar sadece sunumlar, tabaklar. 'Belki' üzerine dökülen ıvır zıvır soslar, baharatlar...

Tabii fiyatlar.

Malzeme taze olsun. İnsanlar bunu istiyor. Salata söylüyorsun, piyasada bulunabilecek en kötü salatalık ve en lezzetsiz domates, plastik marul, "ben pamuk yağıyım" diye 500 metreden bağıran bir zeytinyağı (!) şişesi. Yanında da ucuzluk marketin sirkesi. "Ara sıcak" diye isim takılan grup firesiz, bir önceki akşamın müşterileri tabaklarında kalanlar. Detayını fazlaca yazmak istemediğim, çok yanlış anlaşılmış bir sıfır zayiat prensibi. Ekmekler fabrikasyon, yahu benim fırınım var, pişireyim filan, asla... Patates kızartması dandik. Senelerdir menüye yazılıyor, kimse sipariş etmiyor, yine yazılıyor, yine sipariş gelmiyor. Öyle dandik. Bir kişi de "yahu bu patates kızartması niye satılmıyor?" sorusunu sorma cesaretini göstermiyor.

Kabak kızartma geliyor. Tabaktan alıp peçetenin üzerine koyuyorsun, peçetenin haline bakıyorsun, beynin yalvarıyor, zavallı miden çığlık atıyor... En az yarısını içgüdüsel olarak tabağında bıraktığında ise patron bunu görüyor, çıkara çıkara "Hmm porsiyonu biraz daha küçülteyim" sonucunu çıkarıyor.

Durum tastamam budur. Ama derseniz ki bu restoranların dekorasyonu, kendilerini övdürdükleri influencerların sayısı, PR ajanslarına ödedikleri paralar, hatta "hmm, kalabalık, demek ki iyi bir yer" havasını oluşturmak için ön iki sıraya doldurdukları müşteri kılıklı figüranlar filan.

Bunlara gelince hepsi dünya klasmanında. Hiçbiri kendine rakip tanımıyor. Bu da tastamam doğrudur.

Tanıtım fenomenlerine gelince çuvalla para, her sezon değişen dekorasyona daha büyük çuvallarla para, PR/ sosyal medya şirketlerine para, caddenin en göbeğindeki dükkana eşek yüküyle kira, meşhurlar gelince bedava sofralar kurmaca... Bunların hepsine para var.

Düzgün bir yemek, normal bir porsiyon, saygılı bir servis talep edince ise deniliyor ki "Ama canım, işte, maliyetler ortada".

Vallahi ben artık sıkıldım. Eskiden de çok gitmezdim, ama yaz olunca, hani dostlar, çoluk çocuk gelir, ayda bir, belki iki, gider otururduk.

Bu yaz yapacağımız tek şey balkonda güzel sofralar kurmak. Sen de öyle, öbürü de öyle yaparsa ve yapın Allah aşkına, bu ses illa ki duyulacak. Caddenin üzerindekine değil de iki arka sokaktakine; masası tahta, duvarı kireç, ama yemeği temiz ve lezzetli pişirene, müşteriyi ganimet olarak değil velinimet olarak görene gittikçe o caddedeki de belki bu sezon değil, ama bir sonraki sezon "Yahu bir yerde yanlış var; ve tabii sevgili mal sahibim, bu kira artık olmaz kusura bakma" diyecek. Senden ona, ondan öbürüne diye giden ponzi sistemine döndü bu. Yürümez. Yürümeyecek.

Sonra her şey düzelecek mi, hayır düzelmeyecek. Bir şeyi düzgün hale getirse başka yerden delik açan, bir şeyi toplasa öbür şeyi eksik bırakan, kendi işini daha iyi yapmaya değil, işinde bir 'trick' aramaya endeksli kafalar iki kuşakta belki anca değişecek.

Ama olsun, bir yerden de başlamak gerek.

Not yazayım. "Batsınlar inşallah, karşılarına geçip oh çekeceğim" filan gibi bir şey değil bu, katiyen, asla.

Köprüden önceki son çıkışa geldiğimizin, üç tane posta kartına bakıp rotasını körü körüne otuz beş sene bize çeviren yabancı turistin artık internetten her şeyi gördüğünün, bildiğinin, izlediğinin (ve doğal olarak rotasını başka yere çevirdiğinin), Yunanistan'a sefer düzenleyen feribot şirketlerine her sezon üç yenisi daha eklendiğinin, Çeşme - Kuşadası - Marmaris limanlarında oluşan kuyrukların daha şimdiden kilometre cinsinden ifade edildiğinin aklı olan herkes farkında. En çok da turizmciler farkında. Üstelik onların yatırımları var, başka bir iş de yapamazlar.

Peki, çözüm olarak ne sunarlar?

Çıkış nedir, maalesef bilmiyorum. Fakat turizm sektörünün içinden birilerinin (...ama Allah aşkına oda başkanı, birlik saymanı vesaire yan gel yat Osman figürlerinin değil de sektörün cidden içinden birilerinin) cesurca ortaya çıkmasını, dürüstçe ve açık yüreklilikle "Biz şurada ve şurada büyük hatalar yaptık, battıkça battık ve dostlar mecburen akıllanmaya karar verdik, sil baştan planımız şudur, bu yaz izleyeceğimiz prensipler bunlardır, isimlerimiz şunlardır, sezon sonunda karnelerimizi de sizden alacağız" gibi bir şeyler söylemesini ben gerçekten çok istiyorum.

Yirmi tane düzgün işletme yeter buna. Plaj, kafe, restoran, bilmemne... Birleşsinler, çıksınlar, ilan etsinler.

Kapılarında sıraya girmeye ben söz veriyorum.

Herkese mutlu bayramlar dilerim, kısa da olsa güzel bir tatil dilerim.

Miniklerin gözlerinden öperim. :)


* * *

Burada yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, yetkili kuruluşlar tarafından kişilerin risk ve getiri tercihleri dikkate alınarak kişiye özel sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler ise genel niteliktedir. Bu tavsiyeler mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir.
Yorumlar
Kalan Karakter 800