Gökyüzünde güneş yok!

Gökyüzünde güneş yok ama bulut da yok; bildiğimiz bulutlar! Pamuk helvaları gibi; düşlerimizi, hayallerimizi bezeyen bulutlar, şekilden şekle giren, çocukluğumuzda prenses, peri olan, koca cüsseleriyle kale, saray, kralın askerleri, tanrıların ve tanrıçaların atları ve arabaları olan.

Güncelleme:

Gökyüzünde güneş yok ama bulut da yok; bildiğimiz bulutlar! Pamuk helvaları gibi; düşlerimizi, hayallerimizi bezeyen bulutlar, şekilden şekle giren, çocukluğumuzda prenses, peri olan, koca cüsseleriyle kale, saray, kralın askerleri, tanrıların ve tanrıçaların atları ve arabaları olan. Pembe, gri, kızıl, erguvan renkleriyle aşkımıza, sevgimize eşlik eden, yaşantımıza fon olan, hayallerimizi katlayan, düşlerimizi süsleyen bulutlar… Şimdi yok! Grilikler içinde kasvetli bir gökyüzü ve bir küf kokusu sarmış evrenin derinliklerini…

Ağaçlarda yaprak yok, kuşlar yok! Evlerde perdeler kapalı, balkonlarda çiçek yok. Sokaklar ıssız, terk edilmişler! Hüzün sarmış dört yanı; kasvet içinde ruhuma eşlik ediyorlar… Ağaçlardaki yapraklar, yere karışmış, tüketilmiş yıllar gibi sahipsiz!

Nasıl sahip çıkılır ki yıllara, geçen zamana? Zamana dur diyebilmek ya da tersine çevirmek mümkün mü? Yılları geri getirmek, ya da yaşayamadıklarını geri isteyebilmek? Zaman denen bir şey var mı acaba? Elle tutulan, gözle görülen! Kim görmüş ki, kim tutabilmiş ki zamanı?

Zamanın umurunda mı? O alacağını aldı, geri getirir mi her birini? Zamanın ne işi olur bütün bunlarla? Akrep, yelkovan duyarsızca, umursamadan dönüyor ve her dönüşleri; ruhumdaki özlemi, hüznü, hüsranı ve çaresizliği katlıyor. Yalnızlığımı, umarsızlığımı, korkularımı yüzüme çarpıyor. Yaşananın, yaşanmışlığın ve acımasız sonun yüreğimdeki, kafamdaki izleri, iz düşümleri bütün bunlar. Buluta, ağaca, çiçeğe, perdeye ne bütün bunlardan? Yanan benim…

Bir zamanlar el ele, göz gözeydik! Her şeyin üstündeydi sevgimiz, aşkımız, birlikteliğimiz ve de umutlarımız… Umursamazdık zamanı, iplemezdik dünyayı!  Şimdi hüzün ve özlem olmuş dört yanım, yollara düşmüş, zamanın içinde seni arıyorum!  Ağaçlara, kuşlara, kapalı perdelere, çiçeksiz balkonlara soruyorum sessizler! Biliyorum çaresizler…

Çare, çare (!) diye düşmüşüm ortalığa; çare, çare diye yumrukluyorum her yanı. Ne yapabilir ki insan, çarenin çaresizliğinde? Çare arıyordu çaresizliğine…

Peki kimim umurunda bütün bunlar? Kim kimin umurunda? Umurunda olmak; sevmek, hissetmek, duymak, paylaşmak, yaşamak ve yaşatmaktır…

Kim karar veriyor bütün bunlara? Güneşi karartmak, kuşu yaprağı yok etmek, yaşamları söndürmek, anayı çocuğundan koparmak, sevgilileri birbirinden ayırmak… Bu hükmü verenler kim? Yaşamları çalanlar, insanı doğayı tüketenler…

Güneşi, yaprağı, kuşu da sorguluyor bütün bunları. Yaşamak onların da emeli. Ama yaşamı insanlara, doğaya, güne, güneşe haram kılanlar var. Bize ve sevgimize kıydıkları gibi… Kafam, yüreğim, gözlerim, gözyaşlarım biliyor bunu.

Bir şarapnelin ucunda çıktım buralara. Bedenim dâhil her şey yere düşerken ruhum asılı kaldı. Şimdi bir savaş suçlusuymuşum, savaşı ben çıkarmışım gibi ebedileşti günahım. Hakkımız mıydı bunlar? Ama zaman kesti tezkereyi; hükmünü verdi, nasibin bu kadarmış!

Sevgin bir kor gibi hala yüreğimde! Ne doğan güne ne ışıyan güneşe ne de zamana aldırıyorum! Bulutlar, ağaçlar, çiçekler ve kapalı perdeler umurumda bile değil. Kimsenin bilemediği ve göremediği o mevhum mekândayım; zamanın, doğan günün hükmü yok buralarda! Buluttan, ağaçtan, kapalı perdelerden de eser yok. Sevgimizin, aşkımızın ışığında sadece seni yaşıyorum ve ortalığa çıkmış seni arıyorum…

Mart 2022- Acıbadem

Tasarruf, tüketim ve kumbaralarım!Çocukluk hayallerimi süsleyen nesnelerden biri de kumbaralarımdı. O zamanlar tasarruflu olmak bir erdemdi. Aslında bizim kuşağımız ‘taşıyıcı’ (transport) kuşaktır.

 

Yorumlar
Kalan Karakter 800