Daha Çok Üretim Daha Akılcı Tüketim

Ülke toprağında tarım yapılamayan ya da faydasız bir alan neredeyse yok. Maden ve mermer yataklarının haricinde her santimi 'bir şeyler yapılabilir' statüsünde. Bu her şeyden önce gerçekten iyi bir değer ve şans.

Güncelleme:

Kıtlık kapı da mı? Evet ve hayır...

Bu ikili yanıtın benzeri elbette gıda ve su krizi için de geçerli.

Ülke toprağında tarım yapılamayan ya da faydasız bir alan neredeyse yok. Maden ve mermer yataklarının haricinde her santimi 'bir şeyler yapılabilir' statüsünde. Bu her şeyden önce gerçekten iyi bir değer ve şans.

Çalılık alan, taş, tepe, engebe... Bunlar bile arıcılık ve küçükbaşta katma değer oluşturuyor / ya da istenirse oluşturulur. Sürülebilir, ekilebilir, meyvecilik yapılabilir, çalımsı baharat tarımı yapılabilir. Balkanlık sahalar serbest tavuk ve serbest küçükbaş için değerlendirilebilir. Geniş sahalar, kırlar ve yaylalar büyükbaş meracılığında kullanılabilir. Aşırı sulak alanlar çeltik - pirinç derken Türkiye'nin aklı başında ve organize olmuş bir tarım yönetimi altında aç kalma şansı yok.

Öte yanda son bir senede ikiye katlanan döviz ve haliyle ikiye katlanan yakıt, gübre, elektrik ve sayılamayacak kadar dış girdi var. Tarımdaki ilk yansıması çiftçilerin uzun yıllardır alıştıkları kimyasal gübreyi artık istedikleri kadar alamıyor ve atamıyor olması. Bunun da ilk sonucu verimde, daha doğrusu tonajda bekleniyor. Diyelim patateste ihtiyaç 10 ton ise depolara 8 ton gelmiş olacak. Düşer, çıkar, zamanla bir dengeye illaki oturur. Fakat şu var:

Çiftçinin kullandığı kimyasal gübrenin bünyesinde en az altı çeşit besin var. Azot var, potasyum var, fosfor var. Ürün miktarının artmasına etki eden kükürt, sürgün ve meyve sayısını arttıran çinko, yeşil bölümlerin gelişmesine katkıda bulunan demir ve yanında da ortalama 10 çeşit 'bilinmezler' var. Bunların uzun vadeli etkileri ölçülebilmiş değil. 10.000 yıllık tarım dünyasına sadece birkaç on yıl önce girdiler. Bu birkaç on yılda sayısız kere "süper, muhteşem" denilen kimyasallar bir süre sonra yasaklı ilan edildiler. Tarım ilacında da durum böyle. Bugün kullanımı katı biçimde yasaklı olan DDT'nin 1948'de Nobel Ödülü aldığını zaman zaman hatırlamak gerekiyor.

Kimyasal gübreyi biz hiç almadık. Hiç kullanmadık. Hiç de hazzetmedim. Eksikliğini de çekmedim. Solucan gübresi vesaire de ihtiyaç duymadık. 350 üzerinde kendi küçükbaş sürümüz, 140'ın üzerinde büyükbaş ile her yanımız istemediğimiz kadar, fazlasını nereye atacağımızı bilemediğimiz kadar ile gübre ile dolup taşıyor. Çiftçide de aslında durum buna benzerdi. Sanıyorum hayvancılık ve tarım arasındaki dengenin sarsılması ile bir aksama sürecine girdi desem, çok hafif kalacak. 

İnsanoğlunun ekonomik kalkınma çabası, ta en başından beri Dünya'nın normali ile tezat. Kaynakları sınırlı bir gezegende sürekli büyümeyi hedef olarak seçemezsiniz. Seçerseniz büyümeyi sağlayacak nüfus patlar, patladı ve mevcut kaynaklar yetmez, yetmedi. Yetmesi için yapılan her ayarlama hiç umulmadık sonuçlara evrildi. "Biz muktediriz" egosu ile yaşam formlarında insan ürünü mutasyonlar denendi: "GDO ile dünyayı besleriz". O da işlemedi. Üstelik bambaşka yan sorunlar üretti. Hepsinin sonucunda ise daha önceki yokluk sınıfları için de pek de tanışık olmadığımız gıda krizi çıktı geldi. Üretmeyen ve yetersiz üreten ülkeleri ilk elde etkisi altına aldı. İskandinav ülkeleri dışında Avrupa'nın her yerinde etkileri hissediliyor bugün. Bizim burası zaten yangın yeri. Gideceği yer mi...

Tek bir yanıt yok elbet. Güçlü ihtimaller ondan beşe, beşten de belki ikiye iner böyle yanıtlarda. Birinde tartışılan şu:

Dünya nüfusunun %95'i üretiyor. Bu nüfusun %50'si fakir, yetersiz besleniyor. %47 eh ve orta derecede yaşıyor. %3 ise döke saça, paçalardan aka aka şanslı (?) zümre sıfatı ile yaşıyor. Bu klasik bakış ve evet, vicdan sahibi herkesin ortak fikri ile değişmesi gerekiyor.

Ötekisi? Nüfus artık şehirlerde yaşıyor. Yani tüketici olarak yaşıyor. Son istatistikte %95 kasaba ve şehirlerde yerleşik iken sadece %5 köylerde gözüküyor. Yaşamsal ürünü üreten, gıdayı üreten kesim bu yüzde beşlik kesim. Tüketen ise yüzde doksan beş. Buradaki çıkmaz yolun üzerinde biraz düşünmek gerekiyor. Çıkmaza girdi. Gitmiyor.

Bütün bunlara iklim değişikliğini, azalan enerji üretimini, yükselen maliyetleri, internetin yoğunluğu ile hiç olmadığı kadar kolay küreselleşen tröstleri, şehirleri besleyen bostanların saçma sapan ve delice bir kentleşme ile komple bitirilmesini, ölçüsüzce gıda tüketimini, gıda üretimine yönelik heves eksikliğini, ev içi küçük üretimin komple yok edilmesini eklediğinizde bence sağlam felaket senaryoları kapıyı çalıyor. 

Bunlara "ŞU ve İŞTE TAMAM" gibi bir çözüm de zor gözüküyor. Fakat en azından; bazen iyi kazandığın, bazen de tonlarca üretimin dereye ve çöpe döküldüğü tarımda acil reformların olması gerek.   

Aynı şey kentleşme için de geçerli... Ama en önemlisi reformların; eğitimde, insanların zihinlerinde bir an önce yapılması gerekiyor.

Aranan ve arzulanan şayet 'yeni normal' ise bunun sloganı "Daha Çok Üretim / Daha Az Tüketim’' den başka şey olmamalı. Sırf şundan bile çok fazla yol çıkar. Hedef gibi ufuk gibi…

Atık- israf tamamen sıfırlanmalı. Dönüşebilir cam, albenili olmasın isterse ama dönüşebilir. Plastik, minimumda karbon izi, satın alınan her şeyde azami dikkat ve azami ölçme biçme gibi. Annem ve anneler gibi dönüştürücü, eğitici bireyler gerekiyor her aileye. Geleceğimizi düzenleyecek birileri varsa emin olun onlar bizleriz.

Yeni Seneye Girerken…Yeni seneye girerken, benim yaş hop diye 54'e geçiverdi! Durdum, düşündüm… Galiba artık daha sakin, daha huzurlu, daha dikkatli, daha organize, daha akıllı olmanın zamanı geldi. Sabahtan beri kendimi biraz ağırbaşlı hissetmeye başladım bile…

 

Etiketler Üretim Tüketim
Yorumlar
Kalan Karakter 800