Acaba Skalanın Neresindeyiz?

Çok sıcak... Gerçekten çok sıcak... Tarlada, bağda, bahçede, hasatta çalışanlara Allah yardım etsin. Güç ve kuvvet versin.

Bu sıcakta uzun uzun yazıp da kimseyi sıkmak istemem. Eylül sonlarına yetiştirmeyi planladığımız Çekmeköy dükkanı için ben bu haftaları İstanbul'da geçireceğim. Fena bir sıcaktan, hele ki nemden bayılmış haldeyim. Senelerdir veremediğim kilonun bir kısmını terleme yoluyla vermiş gibi hissediyorum. Boynuma pamuklu bir şal aldım, vira ter siliyorum, kendimden tiksindim.

İstanbul'a her gelişimde 'Burada da hayat var' iddiasında olan dünya tatlısı bir kızlar grubu, dün beni arka arkaya 4 mekan programına aldılar. Tuhaf şeyler yaşadık. Bunları ise yazmasam olmaz. :)

Sabah erkenden kalkıp okul yıllarından beri çok sevdiğim Bebek'e gittik ilk. Bizler zamanında Bebek Kahve'ye giderdik, kızlar ise deniz kenarı, trend, doğal vs. havalarında başka bir yere götürdüler beni. Kaldırım üstüne minik minik masalar konmuş, kimileri de paket alıyor.

İç dekorasyonu çok hoş, çok beğendim. O minicik masalarda menüyü okuttuk. Ben kendi ritmimi bozmamak için ekşi mayalı ekmek, zahter, ezine peynir yazan basit kahvaltı tabağını sipariş ettim. "Serin bir şeyler mi içsek" deyince "Kendi yaptığımız limonata var" dediler. "Olur, severim" dedim. Arkadaşlar da çok coşmadılar. Tost vs.

Tabaklar geldi. Ben kendi tabağımı yazacağım. Merak eden de bana özelden yazsın, çünkü foto da çektim.

İki ince dilim zeytinli ekmek: Ekmeğin tadı, lezzeti sıfır.

Minik bir kasede, küp küp kesilmiş çok sıradan bir beyaz peynir. Küpleri kekik ve kırmızı biber ile tatlandırmaya çalışmışlar, olmamış.

Yine minik bir seramik kasede zeytinyağı (vallahi inanmıyorum), + zahter (ona da inanmak zordu). Hepsi bu kadar.

Yeşillik ve domates bu tabakta yoktu.

Kendi yaptıkları limonata geldi ve olay böylece bir üst seviyeye çıktı.

Minik bir cam şişede, sapsarı, yumurta sarısı limonata... Çok güzel görünüyor. Annem de limonun kabuğunu toz şekerle ovardı, rengini, kokusunu iyice versin diye içine katardı böyle olurdu, ama sadece görüntü aynı. İlk yudumda beyne çakılan, damak yakan o gross market limon özü... Limona ihtiyaç duymadan yapılan limonata. Mekanların havasına ve fiyatına göre içine birkaç damla limon sıkılıyor, bu da ondan.

İçmedim. Ekmekten bir parça kopardım, zeytinyağı zahter karışımına batırdım. Çok kötü. Bence herkes farkında, ama kimse söyleyemiyor. Rezalet kötü. Peyniri attım ağzıma, kötü. Tam 'ayıp olmasın' filan derken arkadaşlar da gülmeye başladılar. Onlar da kuru ve tatsız tostlar ile sınanmışlar.

2 tost + benim yediğim şey + bir limonata + 2 şişe su. + %10 servis ücreti de derken gerçekten travmatik ve saçma bir rakam ödedik.

Aç oturduk, aç kalktık, ağzımızın payını da aldık.

Arabaya döndük, herkes aç... "Hadi" dedik, "Ne varsa eskilerde var". Gençliğimizin yollarına döndük, Bebek Yokuşu'na girdik.

Etiler'de 1980'lerde kurulmuş, işte o zamanların ilk Amerikan tarzı vs. bir cafesi vardır. Zamanında burası gerçekten çok iyiydi. Kurucusunun da yararlanıcılarımızdan olduğunu bildiğim bu mekana gittik. Ortalık bakımsız, kirli, artı çok sıcak, şurada soğuk su buharı var derken Allahlık masamıza geçtik. Menüye baktık, ama antrenmanlıyız, "Önce tek bir tabak söyleyelim, görelim, kalanını sonra söyleyelim" dedik.

Tek kişilik mini kahvaltı tabağı + granola.

Diyeceksiniz ki mübalağa ediyorsun, etmiyorum. Toplamda 4 kaşık granola. Kendisi sıradan, yoğurdu sıradan... Mini kahvaltı tabağında 2 dilim hindi salamı var. Hiç tereyağı yok. Güzel 5 tane siyah zeytin var. Domates var, sıfırın altı lezzette. Salatalık var, hiç olmasaydı daha iyi. Minicik bir kasede arısız imal edilen ballardan var. Bu balın içine de yolunu kaybedip kendini orada bulmuş bir çay kaşığı kaymak koymuşlar. Böyle yazınca 'yine fena değil' bir içerik gibi gözüküyor da anlatılmaz yaşanır diyeyim. :) Güzel bir hesap ödendi. Çıktık hemen. Kankiler de, ben de hala açız.

"Boşverelim, hadi, biraz mağaza görelim" diyerek Zorlu AVM'ye geçtik. Biraz vitrinlere baktık, biraz kozmetik mağazalarına girip uzman tarafından düzgünce çekilen beleş eyeliner filan takılıp gençliğimizi andık. Ama hala açız. Zorlu'da en çok gidilen, kent kantini gibi bir şeyde karar kıldık.

Bir masaya oturabilmek için sorgudan geçtik. 'Biz sadece çay kahve içmeyeceğiz, bir şey de yiyeceğiz' diyerek garsonu ikna ettik, yerimize geçtik. Saat 13.45, kan şekerimiz düştü, ama üçüncü kazığa da hazır hissedemiyoruz kendimizi. Arkadaşların biri hibiscus çayı söyledi, öbürü yeşil çay, ben garson kaş göz etmesin diye bruschetta... Dedim ki 'sonuçta nasıl kötü yapılabilir ki bruschetta?' Siparişleri verdik. "Brusketta" dediğimiz için, "Pruşçetta yani..?" diye düzeltildik. Cevabım vardı buna da, hava çok sıcak... "Evet, o sizin dediğinizden de olur" dedim. Getirildi.

Şimdi, abartısız anlatıyorum.

İnce bir dilim ekmek, çok hafif kızarmış. Zeytinyağı gezdirmek, sarımsak sürmek gibi zahmetler yok. Gerek görülmemiş.

Ekmek dilimini tabağa koymuşlar, menüde Çanakkale domatesi yazan, gerçekte ise depoya teslim gross market domatesi olduğuna emin olduğum uyduruk domatesi küp küp doğramış, suyuyla dilimin üzerine koymuşlar. Dilim lapa haline gelmiş. Üzerine basit bir parmesan rendelenmiş. En üste de şefin son dokunuşu kontenjanından girme "ben ne alaka ya" diyen kaya koruğu turşusundan iki sap eklenmiş.

Yanında zeytinyağı şişesi geliyor. "Ege'den bir dost getiriyor" diye bir segment var ya, işte tam o dost işi, yani 10 üzerinden 2 puan segmenti.

Sonuç müthiş bir hayal kırıklığı. Bünyeyi saran enayilik hissi.

Ben kendi tabağımı analiz ederken acayip şekerli hibiscus çayını ve yeşil çayı içemeyen iki arkadaş da hesabı istedi.

Hiç isyan etmedik, ödedik, kalktık. Bahşiş bile bıraktık.

Üçte üç yaptık. En trend yerlerde aldığımız bu sonuçlara üzüldük mü..? Ben hiç üzülmedim. Bilakis tecrübe ettim.

Normalde 'acaba skalanın neresindeyiz' diye aklıma takıldığı oluyor. Profesyonel şirketler böylesi soruların yanıtı için saha araştırması, gizli müşteri atamaları filan bir sürü lüzumsuz işe giriyor. Şükür ki 3'te 3 karavana vurduğumuz bu güzel günde aklımdaki soruların yanıtını buldum.

Ekmeğimizden peynirimize, yağımızdan domatesimize kadar biz rakipsiziz ve çok öndeyiz.

Kendi kulvarımızda, sadece kendimizle yarışarak, iyinin de iyisini üretiyoruz. Bunu bir kez daha teyit ettim.

Kirli bir rüzgara kapılmadan, emek emek, çok sakince ilerliyoruz. Elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz.

Rahatça söylerim ki daha onlarca yıl sadece kendi kulvarımızda var olmaya devam ederiz.

- Nazar değmesin diyelim. - 🧿🧿🧿

Son paragrafta ise içinde birlikte bulunduğumuz dinamiklerden ne kadar üzgün ve huzursuz olduğumu belirtmek isterim. Bunu bazen söylüyorum, bazen söyleyemiyorum. Ülkenin ve dünyanın ciddi büyük bir bölümü her gün, her saat bitmek bilmeyen bir kaosun içindeymiş gibi hissediyorum. Satırlar yetmiyor. Ben yetişemiyorum. Çevremizi elemek, arındırmak, temiz çocuklar yetiştirmek, tertemiz işler yapmak tek çare bence...

Peşi sıra orman yangınları, iklim krizi, haysiyetsiz iki ayaklı organizmalar, paraya tapanlar, menfaat için her şeyi satanlar, caniler, ruh hastaları, zihinleri zehirlenmiş ergenler, "Bak buna modernlik denir" şeklinde dayatılan ama kimsenin sindiremediği tuhaf politikalar, bak - geç, gör - geç, göm - geç komutları... Dante'nin cehennemine basamak basamak iniyoruz. Sonumuz hayrola.

Sevgiler,

Pınar

Burada yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, yetkili kuruluşlar tarafından kişilerin risk ve getiri tercihleri dikkate alınarak kişiye özel sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler ise genel niteliktedir. Bu tavsiyeler mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir.
Yorumlar
Kalan Karakter 800