Dede ve Torun

Annenin işi vardı. İlkokula yeni başlamış torununu okul servisini karşılayarak dedesi alacaktı.

Annenin işi vardı. İlkokula yeni başlamış torununu okul servisini karşılayarak dedesi alacaktı. Dede, okul taşıtını evin önünde karşılayacak, sonrasında el ele parka gideceklerdi. Daha sonra anne de oraya gelecek ve birlikte olup, özlem gidereceklerdi. Annenin babasından bu şekilde bir ricası olmuştu. Dede, “Ne ricası kızım, beni ihya etmiş olursunuz.” diyerek çok sevinmişti.

Saat üç olmuştu. Servis dört sularında evin önünde oluyordu. Evden çıkmalıydı. Yol bu, belli olmazdı. Varsın biraz erken olsundu, nasılsa bir işi yoktu, servisi kapıda beklerdi. Dede evinden süratle çıktı. Tam otuz beş dakika sonra kızının evinin önünde oldu. Daha vakit vardı. Yolun karşısındaki bir kafeye geçip oturdu. Kendisine bir çay söyledi ve pür dikkat yolu gözlemeye başladı. Torununu hayli özlemişti. Hava da güzeldi. Parkta el ele dolaşacaklardı. Bu vesileyle kendi kızını da görecekti. Bu düşünceyle Dede bir an durakladı. İç sesini dinledi ve kendine hayret etti. Torunu annesini bastırıyordu. Bu ne biçim bir şeydi? Bu sevgiler mukayese edilemezdi ama torun sevgisi nedense baskın çıkıyordu. Torununun özlemi, sevgisi, yaşattıkları, insan ruhunda bıraktığı tat bir başka oluyordu.

Bir müddet sonra okul servisleri seyrekte olsa birer ikişer görünmeye başladı. Oturduğu yerden kalktı ve dışarı çıktı. Dikkatli gözlerle etrafı izlemeye, geçen minibüsleri gözetlemeye başladı. Ancak hiçbiri evin önünde durmamıştı. Arabaların üzerinde kızının söylediği okul adına da rastlamamıştı. Bir müddet daha sabırla bekledi. Saat on altı olmuştu ama servis henüz ortalıkta yoktu. “İstanbul trafiği bu, belli mi olur?” Diyerek kendini teselli etti ve bir müddet daha tevekkülle bekledi. Ancak içi içine sığmıyordu. Gelip geçen her okul taşıtına odaklanıyor; arabaların üzerinde yazılı okul adlarını dikkatle gözden geçiriyordu.

Durmadan saatine bakıyordu; saat, 16.15 olmuştu. İşkillenmeye başladı. Acaba servisi gözden kaçırmış olabilir miydi? Ama hiçbiri evin önünde durmamıştı. Giderek huzursuzluğu endişeye dönüşüyordu. Yerinde duramıyordu; kısa ve sarsak adımlarla kendi etrafında dolanmaya başladı. Tekrar saatine baktı; saat, dört buçuk olmuştu ama servis hala ortada yoktu. İşkillenmesi telaşa dönüştü. Süratle elini cebine attı, kızına telefon edip durumu anlatacaktı. Ancak telefonu cebinde yoktu; bir anda, başından aşağı kaynar suların boşaldığını hissetti. Evden çıkarken, telefonunu almayı da unutmuştu. Üstelik kızının telefon numarası da ezberinde değildi. Kendini kahretti, böylesi bir insan olur muydu?

Endişesi kahrıyla katlanmış, tansiyonu çıkmıştı. Dede yerinde duramıyordu, ne yapacağını da bilemiyordu. Aklına bin bir türlü kötü şey geliyordu. Araba bir kazaya uğramış olabilir miydi? Çocuk hastanelerde yaralanmış ya da daha kötüsü olabilir miydi? Saatine bakıyor telaşı ve merakı katlanıyor, korkuları onulmaz bir şekilde giderek büyüyordu. Saat neredeyse ‘beş’ olmuştu. Üzerinden tamı tamına elli dakika geçmişti. Acaba kızı ne durumdaydı? Belki o da hastanelerde çocuğunun peşinde olabilirdi. Kızı, kendisini merak edip kim bilir kaç kez aramıştı? Yaşlı adam durup durup hayıflanıyordu; telefonunu nasıl unuturdu?

Dede bulunduğu yerde kıvır kıvır kıvranıyordu. Kötü düşünceler kafasına dalgalar halinde çarparak ruhunu yerden yere vuruyordu. Geçen her dakika bitmez bir işkence olmuştu. Dede’nin gözleri bir anda karardı, kendini sandalyeye zor attı. Tansiyonu çıkmıştı; kulakları çınlıyor, eli ayağı titriyordu. Zar zor garson kızdan bir bardak su isteyebildi. Garson kız, Dede’nin bu halinden korktu. Sakinleşmesini bekledi, ardından “Neyin var Bey Amca, ambulans çağırayım mı? diye sordu. Dede saatini göstererek, “Kızım saat beş oldu. Daha torunum ortalıkta yok. Bana servisin saat dörtte burada olacağını söylediler…” dedi.

Garson kız durumu kavradı, acıyarak baktı yaşlı adamın yüzüne. Sonrasında “Ama saat beş değil, henüz dört bile olmadı” dedi. Bir anda dünyanın bütün buzulları Dede’nin başından aşağı boşandı. İrkilerek, “Sahi mi söylüyorsun?’’ diye sordu. “Evet” dedi garson kız. “Dün gece saatler bir saat geri alındı, haberin yok mu?” Dede ne yapacağını ne söyleyeceğini bilemedi. Sevinçten neredeyse garson kızın boynuna sarılacaktı. Garson kız, “Merak etmeyin, servis neredeyse gelir.” Bu sırada, beyaz bir servis arabası gelip yolun karşısında durdu. Üzerinde okulun adı yazılıydı. Dede derin bir oh çekti; dünyalar onun olmuştu. Hızla yolun karşısına geçti. Çocuklar arabada cıvıl cıvıldı. Dede, torununun basamaklardan aşağı inişini sessiz bir çığlıkla izledi. Çocuk, dedesini görünce bir sevinç çığlığı atarak, onun boynuna sarıldı. Yaşlı adam, torununu bırakmamacasına bağrına bastı. Onu uzun uzun kokladı. Gözlerinden akan yaşları tutamadı. Torunu henüz altı yaşındaydı. Kendi içine dönerek Tanrı’ya şükretti. Bu saatlerin alınması ona azizlik etmişti; belki de bu bir mesajdı. Bunun aksi de olabilirdi; geç gelseydi, kim bilir çocuk hangi ellerde olurdu? Beterin beteri vardı. Ama en çok da kendine veryansın ediyordu; telefon denen bu alete sahip çıkmak gerekiyordu.

Cemal Çalımer

Kendine güvenli çocuklar yetiştirmek için bu cümlelerden uzak durun!Çocuğa söylenilen her kelimenin bir anlam yaratabileceğini ve düşünmeden kurulan cümlelerin olumsuz psikolojik sonuçlar doğurabileceğini unutmayın.

 

Yorumlar
Kalan Karakter 800
Fethi Denizmen
Cemal, Bir nefeste okudum. Klasik yazarları klasik yapan kişilerin anlık duygularını okuyucuya canlı yaşatırcasına uzun uzun en ufak detayına, duygusuna kadar anlatmasıydı. Bence senin yazılarında bu da var.