Doğa, İnsan ve Toplum

Biz insanlar, tıpkı hayvan ve nebatlar gibi doğanın bir parçasıyız. Onda var olur, onda yaşar ve onda haşir oluruz.

İnsanlar ömürleri boyunca kelebekler gibi bir daldan bir dala, bir çiçekten diğerine,  konup konup dururlar.  Çünkü onlar doğanın özgür çocuklarıdırlar. Bu yüzden özgürlüklerine düşkündürler; zorda kalmadıkça bir şeye, ya da bir kimseye bağımlı olmak istemezler. Sebat duyguları pek güçlü değildir, vefa duyguları da öyledir. Onlar için ne iyi ne de kötü diyebiliriz. Onları iyi-kötü, vefalı-vefasız, sebatlı ya da sebatsız yapan toplumdur. Çünkü İnsan aynı zamanda toplumun da çocuğudur. Birinci referansımız doğaysa, ikinci referansımız toplumdur. Böylece doğa, insan ve toplum her üçü birlikte aralarındaki diyalektik yasalar gereği bir arada olurlar. Bu durum insanın tüm yaşamını biçimler ve bu da insanın kaderi olur. 

Her insan, kendi toplumunun ürünüdür ve ondan izler taşır.. Doğanın saf ve özgür bir varlığı olan insan daha dünyaya gözlerini açar açmaz çığlık çığlığadır. Emin ve güvenli bir ortamdan hiç de bilmediği bir dünyaya adımını atmıştır. Bu yüzden korku ve endişe içindedir.  (Dünyaya gülerek gözlerini açan bir insan yavrusuna hiç rastlanmamıştır)  Toplum onu hemen sarıp sarmalar ve bağrına basar. 

Doğanın insana tanıdığı özgürlüğü toplum insana çok görür. Hayatımızın başlarında bire bir yaşarız bunu. Koltuklara, kanepelere, sandalyelere,  hatta düz duvara tırmanan ilk çocukluk enerjimiz ve özgürlüğümüz anında bastırılır; kurallar, korkular, tepki ve tehditler yığını yasak ve engeller konur karşımıza. Doğanın bize hak gördüğü enerji ve özgürlük toplum tarafından, toplum için(!) , soğurulmuş olur böylece.  Toplumun kendine göre kuralları, normları, nas’ları ve yasaları vardır. Bunlar insanı beşikten alıp mezara kadar götürürler. Genelde topluluklar oldukça tutucu ve muhafazakârdırlar, çarkları bu yüzden yavaş çalışır. Doğa tarafından kendisine teslim edilen cahil insan yavrusunu yavaş yavaş öğütür ve ömrü boyunca kendine benzetmeye çalışır.  İnsanlar tıpkı hayvanlar gibi toplum tarafından evcilleştirilirler ve toplumun emrine koşulurlar. Toplumun birlikteliği, varlığını koruması ve geleceği büyük ölçüde buna bağlıdır. Dolayısıyla insan toplumsuz, toplum da insansız olamaz. 

İnsanın kaderi toplumunda yazılır. Çocukluk, ergenlik, olgunluk hatta yaşlılık dönemlerinde bile hayat toplum dediğimiz bu devasa yapıyla iç içe olarak devam edecektir. Onunla kah uyumlu, kah çatışma halinde ama mutlaka birlikte bir yaşamımız olacaktır.  Bu çatışmalar zinciri olarak devam edecek toplumsallaşma sürecimizin her aşamasında insan biraz daha toplumunun olacaktır. Yaşamının  çocukluk ve gençlik gibi ilk evrelerinde çok daha özgür olan insan, giderek daha uysal ve uyumlu bir hale gelir. Atın başı insanın bu döneminde tutulmuştur;  adı da ‘Olgunluk’ olur. 

İnsanlar hayatın başlarında, gençlik yıllarında; doğanın vahşi çocuğu henüz toplumsallaşamamıştır. Gençlerin dirençleri bu devrede çok güçlüdür ve özgürlükleri için toplumla daha güçlü bir şekilde çatışırlar. Kalpleri ve kafaları başka türlü çalışır, kanları başka türlü akar. ‘Deli-kanlı’dırlar (!)  Kural tanımazlar, dünyaya pek metelik vermezler. Gençtirler, güçlüdürler, kuvvetlidirler… Taşı sıksalar suyunu çıkartacaklarını sanırlar. Bir şeyi kolay kolay beğenmezler, kolay teslim olmak istemezler. Bu yüzden bu devrede insanın(gençlerin) toplumsallaşması hayli çetin geçer, özen ve emek ister. Bu dönem, insandaki değerlerin ortaya çıkarılması, genç enerjinin belli amaç ve hedeflere kanalize edilmesi,  sağlıklı bir ‘toplum-birey’ ilişkisi açısında oldukça önemlidir. 

Toplumsallaşmamız hayat boyu devam eden bir savaşımdır. Genelde bu savaştan toplum galip çıkar. Süre sonunda varlığımızı hatta ruhumuzu bile teslim alarak bizi kendinin kılar.  Hayatın başındaki safiyetimiz kalmamıştır, özgürlüğümüz de öyle.  Topluma teslim olduğumuz sürece toplum daha fazlasını ister. Direnmek durumunda bizi tasfiye eder. Bu anomi hali yaşantımızın acı bir kaderi olur. Ya da insan özgürlüğü için gemileri yakar…  Bu durum, insanın da içinde bulunduğu toplumu etkileyebileceğini gündeme taşır. Toplum insanını biçimlediği gibi insan da toplumunu biçimleyebilir. Toplumlarını bir yerden bir yere taşıyan liderlerin sayısı az değildir ve tarih içinde bunun örnekleri çoktur. 

Her toplumun kendine özgü değerleri vardır. Normları, yasaları, kuralları, gelenek ve göreneği farklıdır. Bir yaşam biçimi olan kültür değerleri de öyledir. Yeryüzünde birbirinden çok farklı ve çok çeşitli kültür ve toplum yapılaşmaları vardır. Bazı toplumlar,  muhafazakâr,  tutucu ve kaderci bir yapıda olurken, bazı toplumlar bunu aşarak akıl ve bilimi önceleyebilmişlerdir. Yine bazı toplumlar ve topluluklar algılama açısından duyarlı, yeniliğe açık ve dinamik unsurları bünyesinde taşırken, bazıları hayli durağan olup, yeniliğe karşı direnç gösterirler. Yine bazı toplumlarda iletişim, haberleşme, düşünce üretimi konularında güçlü bir kurumlaşma yaşanırken, bazı toplumlar bu gerekliliğe kapalı olabilirler. Doğaldır ki, İnsanların yaşamları ve kaderleri de bunlara göre olur. 

Diğer yandan,  birey – toplum ilişkilerinde toplumlardaki siyasi rejim ve yönetimlerin nasıl yapılandıkları da önemlidir. Sonuçta, demokrasi ile yönetilen toplumların insanı ile kapalı rejimlerin insanları farklı kaderleri yaşayacaklardır. Yine aynı şekilde ilkel- iptidai bir toplumla gelişmiş- modern bir toplumun insanları arasında en az bu toplumların aralarındaki kadar fark vardır. Toplumdaki yönetim kadroları ve yönetim tarzları da en az rejimler kadar önemlidir. Kötü yönetim kötü insan üreterek toplumu çürümeye götürürken, iyi yönetim, kötü insanını dahi güzel kılarak insanını saadete taşır. 

Günümüzde, gittikçe küreselleşen dünyada mesafeler kısalmakta, zaman hızlanmakta, durağanlıklar hareketlilik kazanmaktadır. Toplumların, toplulukların ve ulus devletlerin birbirine benzer yönleri giderek artarken,  benzemeyen yanları hızla azalmakta geleneksel ve kadim kültürler birer ikişer yok olmaktadır. Hızla gelişen bir örneklilik ve aşırı standartlaşma insanları ve toplumları aynılaştırırken, dünyayı giderek büyük bir köy haline getirmektedir. 

Aslında kutsal bir döngüdür var olmak! Bizden evvelkiler, bizler ve bizden sonrakiler... Hiçbir farkımız yoktur birbirimizden. Ancak içine doğduğumuz toplumlardadır bu fark. Toplum, ailesinden okuluna, okulundan devletine kadar koca ve güçlü bir yapıdır ve insanının kaderini büyük ölçüde o belirler. Bir toplum, aklı ve bilimi önüne koyarak ne denli kurumsallaşıp, iyi yönetilirse insanı da o denli güvenli ve güçlü olur. Bu yüzden  ‘İnsanların Kaderi’ gökler ardında değil, toplumları içinde yazılır. Toplumların kaderi de insanlarının elindedir. Bu bir birleşik kap yasası gibidir ya da ‘yumurta tavuk’


                                                                                                                      Aralık 2020, Marmaris

Yorumlar
Kalan Karakter 800