Sizden Gelen Hikayeler

Sokak müzisyenleri

New Orleans dendi mi aklıma ilk önce “French Quarter” ve “Bourbon Street” gelir, blues, jazz müzisyenleri izlerken kendini bir başka özel hissedersin, özellikle doğaçlama caz dinlerken sokaklarında, dalarsın o meşhur caddeye...

İnsanları, barları, kulüpleri, canlı müzik ve gösterileri ile, hele saatler ilerledikçe, yaşarsın tüm renklerini, kaybedersin kendini...

Street (sokak) performans aslında dünyanın her yerinde, bir bakmışsın tek bir müzisyen gitarı ile kemanı ile kalabalıkları etrafına toplamıştır ya da bir grup yaptığı müzikle sokak ortasında coşturuyor insanları, oynamaya başlıyor özellikle kızlar, öylesine kendi başına dans edenler olur ki çember giderek genişler, millet doyamaz izlemeye.

3 dk 

Yarım dakika

Sene 1974, bir Eylül günü, New Orleans’tayım, çok sıcak olmasına karşın hiç beklemediğim bir anda yağmur başladı, tam bir tropikal yağmuru, nefes almak bile zordu, yalnızdım o an, bir cadde gördüm sığınacak... Saçak altları vardı, sırılsıklam olmuştum, neyse ki beş dakika sonra kesildi yağmur. Sımsıcak bir güneş... Kendime tam gelememiştim ki, birisinin beni kucakladığını hissettim. Beni serbest bıraktığında ikinci şoku yaşadım. Kan Kan dansı yapmaya çıkmış görünümde salıncakta bir kadın... Mekanın kapısını gülerekten işaretle 'Hadi giriniz' dercesine... Girdim, biraz soluklandım, bir şeyler içip atıştırdıktan sonra dışarı çıkıp caddenin sonuna kadar yürüdüm. Bourbon Caddesi ile tanışmam böyle olmuştu.

New Orleans! Değişen Hangimiz?Yaklaşık yarım asır önce gitmiştim bu güzel şehre, bir çömez gemi liman acente müfettişi olarak... Unutulmaz anılar bırakmıştı bende. 

Belleğimde kalan en etkileyici sokak müzisyenlerine, 2010 Dünya Kupası kızım Özlem ile bulunduğumuz Güney Afrika’nın Cape Town ve Durban şehirlerinde idi. Her zaman öyle midir, bilmiyorum, ama sokaklardaki müzikler ve özellikle danslar büyüleyici idi. 

Muhteşem güzellikteki yerel danslar, gençler tarafından hiç durmadan doğaçlama olarak Afrika müziği eşliğinde yapılıyor… Haziran 2010 foto OD  

Futbol, Vuvuzela ve I Love You On iki saatlik uçak yolculuğundan sonra otele geldiğinde ilk düşlediğin ne olabilir ki… En azından biraz dinlenmek, ferahlamak değil mi? Ama çocukluğundan beri yerinde duramayan devamlı hareket halinde olan kızın seni otel kapısında karşılarsa, o zaman düşlediğini unut derim!

Torunum İnan ile yaşadığım bir anım geldi aklıma, daha beş yaşlarında, toplu taşıma ile tanışma gezisine metro ile Levent’ten başlamıştık. Taksim istasyonda indik, hedef füniküler ile Kabataş’a. İstasyon köşelerinde yer yer enstrüman çalan müzisyenlere  rastladık, onun meraklı bakışlarını görünce kendisine para verdim müzisyenin önünde duran sepetine bırakması için. Tabii devamını söylemeye gerek yok, ne zaman beraberken nerede sokak müzisyeni görse hemen bana dönüp onlara vermek için para istedin benden. Bu güzel alışkanlığı verdiğim için torunuma ben de mutluluk duydum.

Bir de hikaye dolanır internet sitelerinde meşhur kemancı Joshua Bell hakkında, ona ithaf edilir, doğrudur değildir bilemiyorum ama çok da güzeldir bu hikaye. 

“Washington DC’de bir metro istasyonu, soğuk bir Ocak sabahı, bir adam oturur bir köşeye ve keman çalmaya başlar. (Aslında metro istasyonlarında insanların genelde hep telaşı acelesi vardır.) 45 Dakika boyunca Bach’tan altı eser çalar, sabah malum yoğunluk ve telaşe çok, binlerce kişi önünden geçerken. Çalmaya başlamasından beş  dakika sonra bir kadından ilk bahşişini alır. Birkaç dakika daha geçer, bir adam duvara yaslanıp onu dinleme başlar ancak saatine bakar ve tekrar yürümeye başlar. 

En çok dikkat çeken ise üç yaşında bir çocuğun kemancıya bakmak için durması oldu, annesi de zorunlu onu takip etse de çekiştirerek ayrıldılar. Ezcümle 45 dakika süresince sadece 6 kişi durup kendisini bir süre dinledi, yaklaşık 20 kişi geçerken para attı, toplamda 32 dolar bahşiş birikmişti.

Çalmayı bitirdiğinde kimse alkışlamadı, sessizce ayrıldı istasyondan. Kimse de tanımadı dünyanın en iyi müzisyenlerinden biri olan Joshua Bell’i. Milyon dolarlık bir kemanla en karmaşık eserlerden birini çalmıştı o sabah. İşin ilginç yanı iki gün öncesinde Boston’daki konserinin biletleri ortalama 100 dolar idi.

Sıradan bir ortamda, uygunsuz bir saatte insanlar güzelliği algılıyor mu acaba, bunun bir sosyal deneyimi olduğu söylenir.

Yer Londra’daki Covent Garden, bir sokak şarkıcısı Phantom of the Opera’dan şarkılar söylüyordu ki, tesadüfen, Phantom of the Opera sahne yıldızı Sarah Brightman onu dinlemek için durdu, doğaçlama bir düet için kendiliğinden ona katıldı. 


Bu şahane 3,42 dakikalık düeti aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz.

Bir enstrüman çalabilmek çok çok emek ve yetenek ister, yıllarca eğitim gerek, o nedenle de saygıyla bakalım hep müzisyenlere, sokak çalgıcılarına ve tüm sanatçılara.

23 Temmuz 2022

Heybeliada

https://www.neworleans.com/things-to-do/music/history-and-traditions/

https://www.nps.gov/jazz/learn/traditional-jazz.htm