Sağlık

Meğer Babaannem Hirudoterapi Yaptırıyormuş!

50’li yıllardı. Eski toprak olarak tanımlanan kuvvetli kadınlardandı birlikte yaşadığımız babaannem. İlk gençlik yıllarımın unutulmazı idi, sabah erkenden kalkar, soğuk ortamda taş kömür kırar, sobayı yakar, çay demlenirken beni uyandırır, okula gitmeden önce sıcak odada kahvaltı yapmamı sağlardı.

Çok meraklı bir çocuktum, hep sorular sorardım kendisine, özellikle de eski yaşantıları, hayat tarzları hakkında. En çok tekraren sorduğum soru da “Babaanne, sen şimdi 70 yaşını geçtin, ne hatırlıyorsun geçmişinde?". "Hiç," derdi, "sadece dün gibi geçti gitti işte."

Eve Terkos bağlanmadan önce, annem eşekle gezen Sucu Maksut ya da atla gezen Sucu Mehmet Ağa'dan dörder teneke su alıyor olsa da büyük bir bakır güğüm bir elinde, koca bir teneke öbür elinde, evden çıkıp yokuş aşağı merdivenlerden iner, çeşmede suyu doldurur eve getirirdi.

Yemeyi severdi. Sanırım kuvveti de beslenmeden geliyordu. Yüksek tansiyonu olmasına rağmen sucuğa pastırmaya, özellikle çemenine dayanamazdı. O zamanlarda tansiyon aleti yoktu. Kırk yılda bir semt doktoruna giderdi. Doktor hap verirdi. O ne devamlılıkta içerdi, hiçbir zaman bilmedim, ancak bildiğim ve gülerek izlediğim iki olay olmuştur.

Babaannem sırtı açık hazır halde beklerken öbür tarafta bardaklar içinde ateş yakılır, vantuz hale gelen bardaklar babannemin sırtına yapıştırılırdı. Bunun ağrılara, kan dolaşımına, tansiyonuna iyi geldiğini düşünürdü. Yıllar yıllar geçti, hacamat dedikleri bu tedavi şeklinin hala uygulandığını gördüm. (Kupa tedavisibardak çekme ya da kupa çekme, ısıtılmış kapların uygulanmasıyla ciltte lokal bir emme oluşturulduğu bir alternatif tıp şeklidir.)

Hacamat günümüzde steril ortamda Sağlık Bakanlığı tarafından onaylı sertifikalı eğitim programını tamamlamış doktor tarafından yapılmalıdır.

Diğer olay ise mahallede çok çeşitli satıcılar dolaşırdı: Bileyciler, hallaçlar, yoğurtçular, sucular, simitçiler, 'eskiler alıyorum' diyenler... Bunların arasında bir de -nadiren de olsa, sülükçüüü sesi duyulurdu. İşte babaannem o sesi duyar duymaz hemen sülükçüyü çağırır, bir miktar sülük satın alırdı. Ardından su dolu bir kapta beklettiği bu sülükler sırtına yapıştırılırdı. Yanlış anımsamıyorsam karnı kanla şişen sülükler kendilerini şak diye bir sesle bırakır, annem onları toplar, bir daha kullanılmasınlar diye de gereken şekilde imha ederdi. Babaannemin 1963’teki vedasından sonra, ilginçtir, bir daha sülükçü sesi duymadım. Ya sadece babaannem için geçiyordu, ondan sonra bıraktı, ya da ben duyarsız kaldım bu sese.

Bir de kasabamızda Arap Ebe vardı. Arap Ebe aynı zamanda sülük tedavisi yapardı. Çocuk yaşta bunu izlemek bizlere eğlenceli mi idi, sülüklerin şişip düşmesini beklemek tuhaf merakımız mıydı, kim bilir... Sokaklarda oynamak, on beşli yaşlara gelince akşamları arkadaşlarla piyasa yapmak, kendi aramızda eğlencelerimiz, oyunlarımız o kadar çoktu ki, hepimiz mutlu, içi gülen, sevgi ve saygı dolu dostluklarla büyümüştük. Hala dost meclislerde yaşadıklarımızın anıları ile ruh halimizi iyileştiririz, güleriz, eğleniriz.

Aradan yıllar yıllar geçti. İki binli yılların başlangıcında -hikayesi çok uzun olduğundan burada anlatmaya kalksam sayfa yetmez, kendimi kısa süreliğine de olsa oldukça büyük ve donanımlı, bol bölmeli bir güzellik kliniğine takılırken bulmuştum. Komşu bir ülkeden gelmiş ve buraya yerleşmiş bir nörolog benden fizyoterapi ve tedavi türü masajlar dahil güzelleştirici işlemlerin yapıldığı kliniğinde bekleyen kadınları sohbet ederek oyalamamı istemişti.

Belli ki onunla konuşmalarımdaki bilgilerim hoşuna gitmiş, bu konuda ona yardımcı olmamı istemişti. Hatta onun meşhur nörologlar ile de bağlantı kurmasını sağlamış, felçli hastaları tedavisine ön ayak olmuştum.

Benim tıbba olan ilgim Özlem kızımın bana verdiği bir kitabın özetini çıkarmamı istemesi ile başlamıştı. O güne kadar sağlık parametrelerine dair hiçbir ilgim ve bilgim yoktu. Kitabın adı “The Wrinkle Cure” (Kırışıklık Kürü), yazarı ise Nicholas Perricone idi. Okumaya başladığımda ilk gördüğüm ve dikkatimi çeken doktorun hastasına sabah kahvaltılarında ızgara somon ve kavun tüketmesi önerisi olmuştu. Yaklaşık 200 sayfalık bu kitap bana tıp bilimini fazlasıyla sevdirmiş, Çapa’ya gidip tıp fakültesi öğrencilerinin kitaplarını aldığı yerden, “Sindirim Fizyolojisi, Hormonlarımız” dahil birkaç kitap almamı sağlamıştı. Hepsini merakla öğrenerek okumuşumdur ve bu ilgim hala devam etmektedir.

Bekleyen hanımları sohbetle oyalarken özellikle 30-40 yaş arası, çoğu lisans üstü eğitim görmüş, üst düzey kademelerde çalışan, okumuş, gezmiş, görmüş, tam donanımlı diyeceğim bu genç kadınların hiçbirinde tam bir iç huzuru ve tatmin algılamamıştım. Hiç unutmam, içlerinden biri bana “Bugün çok önemli Amerikalı bir adamla randevum var. Onunla danışacağım konularda sohbet edeceğim. Çok özel kendisi. Kısa süreliğine ülkemizde ve saati şu kadar dolar...” "Peki ne arıyorsun?" Cevabı da şaşırtmıştı beni: “Mesela çok ülke şehir gezdim. Belki 30, ama görülecek daha çok yer var, değişik kültürlerde, kendine özge doğasında, onları da merak ediyor görmek istiyorum…!!!”

Günlerden bir gün terapist nörolog benden tıbbi doğal sülük bulma konusunda yardım istediğinde önce çok şaşırmış, ne alaka demiş, sonra da daha önceleri hippocampusumun bir köşesinde duran bilgimi ona aktarmıştım: Git Eminönü’ne, orada soruştur, kesin bulursun! O da anında cevabı yapıştırmıştı: “Onlar kullanılmış, çok riskli ve uzak durulması gereken sülükler.” Bundan sonra bana da araştırmak düşmüştü. Boş bir devreme rastladığından ona gönüllü olarak yardımcı oluyor, ben de hiç bilmediğim bu sahada yeni şeyler öğreniyordum.

Bir masal sözü vardır, az gittik uz gittik dere tepe düz gittik diye. İşte ben de böyle araştırmalarım sonunda Tekirdağ yöresinde böyle sülüklere sahip birini bulmuş, nörolog ile birlikte gitmek üzere kendisinden randevu almıştım. Hoş beş sohbetten sonra konunun neredeyse uzmanı olmuş, adamın anlattıklarını yabancı kaynaklardan da okuyup uzmanlığımı pekiştirmiştim. Neye lazım olacaktıysa? Neyse, doymak bilmez merak sahibi Leonardo Da Vinci gibi olmazsanız da merak ve sorgulamak insanı her zaman geliştirir.

Evinde bizi ağırlayan sülük toplayıp satan, hatta ihraç eden adam, bizi evinin altındaki loş bir odaya indirdi. Duvardan duvara, tabandan tavana uzanan, her biri musluklu gri metalden kutu kutu dolapların her birinin içi su ve sülük doluydu. Uzun izahatlardan sonra musluklardan birini açıp iki büyük pet şişeyi doldurmuş ve doktora hediye etmişti. O da alıp bilahare kliniğe götürmüştü.

Hirudoterapi

Bugün hala aklıma geldikçe güldüğüm hikayeye gelince,

Nöroloğa "Nerede kullanacaksın, ne yapacaksın" dediğimde bana biraz tıbbi(?) bilgiler verip güzelleştirme, kırışıklık düzeltme gibi alanlarda kullanacağını söylemişti. Bir zaman sonra da belirli bir saatte kliniğe gelmemi istemişti. Gittiğimde gördüğüm manzara karşısında afallamıştım. Mankenlik yaptığı belli olan bir kız yatağa sırt üstü uzanmış, göğsünün üst tarafındaki boynuna yakın yerlerde birkaç sülük de sonra ne olacağını düşünmeden (!) karın şişirme ritüellerini yapmaktaydı.

Bir genç adam da elinde fotoğraf makinesiyle bu işlemin ne derece faydalı olduğuna ilişkin doktor ve mankenle söyleşi yapıyordu. Benim orada olmamı istemesinin sebebi ise medya mensubuna sülüklerin doğal tıbbi steril olduğunu, ülkemizden ihraç edildiklerini, bunları alan ülkelerde güzellik kremleri yapıldığını anlatmamdı. Tüm bunları söyledikten sonra da şöyle bağladığımı anımsıyorum:

Sülük tedavisi (Hirudoterapi)-Wikipedia

“Tıbbi Sülük Terapisi (Hirudoterapi) -Medical Leech Therapy (Hirudotherapy): Güzellik ve estetik uygulamalarında, özellikle de kadınlara yönelik kırışıklık karşıtı ve cilt gençleştirme amacıyla kullanılmaktadır. Bu yöntem geleneksel tıptan modern medikal estetik alanına geçiş yaparak yeniden popülerlik kazanmıştır..." Bla bla.

O gün anladım ki babaannem meğer Hirudoterapi yaptırtmakta imiş kendisine…!

Kozmetikte Hirudin leech ürünleri

Demek ki o ara ne kadar popülerdi bilemem, ancak tıbbi sülüklerin plastik cerrahide kullanıldığı, kan emerken vücuda salgıladıkları sıvı özellikle hirudin ve histamin benzeri maddelerin kanın pıhtılaşmasını engelleyici özelliğe, ağrı kesici, kas gevşetici, kolojen üretimini uyarıcı etkiye sahip oldukları kabul edilmekteydi.

Bugün bile arama motorlarına girip hirudin krem, hirudine leech cream ya da hirudo medicanal leeach skin care cream, hirudo medicinalis ve benzerlerini yazın karşınıza onlarca değişik kozmetik, cilt, güzellik, şu bu özelliklerde ürünler çıkacaktır. Örneğin rastladığım birinde aynen şöyle denmekte: “Hirudin özü ile zenginleştirilmiş botanik zengini formülü, günlük sağlık için rahatlatıcı bir rahatlama sağlar. Sülük salgısının yenileyici güçlerinden yararlanan Hirudin, iltihaplı bölgelere hızlı iyileşme, üstün iyileşme ve hedefli bakım sağlar. Tıbbi özellikleri nedeniyle farklı kültürlerde saygı duyulan sülük salgısı, kan dolaşımının iyileştirilmesini, iltihap giderici ve ağrı yönetimini destekler.”

Pazarlayıcılar çok akıllıdır, en başta ihtiyacınız olmasa da oldurtan algılar yaratarak ürünlerinin satılmasını sağlarlar, bu nedenle herhangi bir ürünün kişisel durumunuza uygun olduğundan emin olmak için daima öncesinde sağlık uzmanınıza danışın.

UYARI NOTU

Tıbbi özellikleri nedeniyle farklı kültürlerde saygı duyulan sülük salgısının kan dolaşımının iyileştirilmesini, iltihap giderici ve ağrı yönetimini desteklediği söylenmekle birlikte, her gün giderek gelişen tıp ve teknolojinin yanında benim anlattıklarım sadece yakın geçmişte insanların bir bakıma tamamlayıcı tıp denilen doğal yöntemleri kullandığını ifade etmek, biraz da geçmişten masalımsı anılar aktarmaktı.  

Artık sülüklere ihtiyaç olduğunu sanmıyorum, ancak de ki ilgilenildi o zaman:

DİKKAT demeliyim:

  • Sadece hekim kontrolünde veya bakanlık onaylı kliniklerde yapılmalıdır.
  • Her ne kadar doğal bir yöntem olsa da sülük tedavisi ciddi bir uygulamadır.
  • Kan sulandırıcı kullananlara yapılmaz, diyabet hastalarına, hamilelere uygulanmaz.
  • Alerji riski göz önüne alınır.
  • Hatalı uygulama enfeksiyona, ciltte morarmaya, aşırı kan kaybına yol açabilir.

8 Ağustos 2025

Heybeliada