Çözüm Bu Olabilir Mi?
Hangi birini yazayım bilmiyorum. Öyle bir gündem var ki allak bullak olduk. Beni ilgilendiren asıl mesele orman yangınları elbette. Bu konuda bilgi vermek, ilişkili bir konuda ise sizlerden bilgi ve fikir almak istiyorum.
İzmir'deki yangınlardan bize en yakın olanı, hem de çok yakın olanı Ödemiş yangını oldu. İki yakasında köyler olan, yaylaların ise köylerce ortak kullanıldığı çok büyük bir dağ düşünürseniz biz o dağın güney tarafında kalıyoruz, yanan köyler ise kuzey tarafında kalıyor. Rüzgar, ateş ve kül bizim tarafta değildi, ama şanslı filan hissetmedik. Elbette sevinemedik. Empati kurmak dahi yüreğin kaldıramadığı bir yüktür böyle hallerde.
Nazilli ve Ödemiş'in arasındaki bu kıymetli dağlarda, yaylalarda ve tepelerde Ege'nin en erişilmez değerdeki tarımı ve hayvancılığı yapılagelir. Yüzyıllardır bu böyle. Bu topraklar ve üzerindeki ağaçlar, bahçeler, sadece ticari değerler değildir. Yöredeki insanın, konu komşunun soyları - ataları, ömürleridir. Varlıkları, geçimleri, ekmekleri... Ciddi ölçekte yandı şimdi. Özellikle kestane ağaçlarının olduğu bölgeler yandı. Bahçelerin üzerinde mahsul, altında canlılar yandı. Öyle güzel bahçeler vardı ki bakmaya kıyamazdınız, onlar yandı.
Dağın her yakasındaki köylerin gençleri - erkekleri, araçlarıyla, traktörleriyle, tankerleriyle ne buldularsa indiler ve yardım için gittiler, ama beyhude. Büyük yangınları söndürmek, hele ki rüzgarlı günlerde, imkansız gibidir. Alınabilecek tedbirler, uçaklar vesaire... Bunlar zaten konuşuldu - yazıldı. Amma velakin realistik çözümler bu bölgelerin ormancılık, tarım, hayvancılık yapan sakinleri ve yetkili kurumlar arasında kurulacak güçlü, daimi, tam diyaloglar ile, gerçek anlamıyla işbirlikleri ile mümkün.
Sahipli arazilere bir yanda, hazineye, devlete ve / veya belediyelere emanet olan arazilere öte yanda bakarsanız aralarında dağlar kadar fark var. Bakım, tedbir, kuru otlardan arındırma, hatta başında ciddi nöbet tutma dahil olmak üzere çok ekstrem farklılıklar var. Formül bilemem nasıl kurulur, ama bu yanan alanların da, yaban hayata bir bariyer olabilecek orman hatlarının da; belki 30 senenin üzerinde bilfiil çiftçilik faaliyeti yapmış köklü ailelere, belli kriterlere göre seçilecek kişilere, devlet ortaklığında tahsis edilmesi gerekiyor bence.
49 senelik kiralamalar olur, ortaklık formülleri kurulur... 'İşin başında ben buraya şu kadar ağaç dikerim, bu ağaçlar 10 senede ürün verir, geri kalan 40 senede bakımını yaparım, mahsulü ben toplar, ben satarım, sonrası ise senindir' diye el sıkışsalar ne iyi olur. Kimse, malın sahibi gibi bakmaz.
Şu an giderseniz bizim bölgenin köylerine, arabanızı veya sizi tanımazlarsa köyden bile zor geçersiniz. Gençler durdururlar, kimsiniz bakarlar, sigara konusunda uyarırlar, yolu gösterirler ya da gözleri tutmuyorsa oyalayıp jandarma çağırırlar. 6'şar saatlik nöbetler tutuluyor bütün tepelerde.
Ali kıran baş kesen formülleri hiçbir zaman şık gelmese de kırsalın koruyabilme / koruyamama, söndürebilme / söndürememe gerçeklikleri var. Bana makul geliyor. Bu konuyu da uzatmak istemiyorum. Temeldeki asıl, tek gerçek çözüm ise elbette, daima eğitimde yatıyor.
Ormanı kasti yakan insanlar (tartışılır bir mevzu) ile çevresindeki hiçbir canlı ile empati kuramayanlar, boşanmak isteyen karısını sokak ortasında bıçaklayanlar, çocuğunu tekmeleyen veya çöp kutusuna atanlar, menfaat harici hiçbir ilişki kurmayanlar; sponsorlu ilişkiler, üslupsuz bir sokak dili, had - sınır - adalet - eğri - doğru bilmez gençlik, kafayı çekip sevgilisini surlardan atanlar, çok tatlı ve çok özel bir evladı Kadıköy'de bıçaklayan bir şerefsiz tohumu ve bu tohuma adalet uygulamaktan imtina eden insanlar... Hepsi aynı paydada birleşiyor. Aynı hamurda ve aynı yapıdalar.
Ortak kötülüğün farklı kolları olan bu epey çeşitli kişileri tek bir noktada yakalayabilir sistem. Zorunlu eğitim, 8 sene...
Türkiye'nin her yerinde, bütün bu kişiler, ardışık 8 senenin içinde gözlenebilirler. Eğitilebilirler, aileleri kontrol altına alınabilir, eksik noktalarda belirli testlere tabi tutulabilirler. Doğru değerler yüklenebilir, öyle çözülmeyecek gibiyse psikiyatri kurumlarına sevk edilebilirler. En uç noktalarda, daimi kontrol altında tutulabilirler. Burada inanarak bir amaç konulur, bu amaç da topluma izah edilebilirse; toplumun desteğiyle devlet gücü birleşirse 8 senenin sonunda her şey çok farklı olabilir. Bireyler okulların kapılarından daha doğru halde, daha eğriyi ve doğruyu bilen halde, belki sağlıklı aileler kurabilen; çalışmanın, emeğin, sorumluluğun anlamını bilen hallerde çıkabilirler.
Ülke olarak tek şansımız bence budur. Sizlerin de fikirlerini duymayı, okumayı gerçekten isterim.
Annem de, babam da öğretmendir. Ailemiz içinde eğitim konusunda çokça örnekler dillendirilir. Bu örneklerin ötesinde, mezun edilen pek çok öğrenci ile tanışma - karşılaşma fırsatları... Bazılarında ben de vardım. Eğitimin belirli yaş aralığındaki bireyler için olağanüstü ölçüde etkili olabildiğini defalarca bizzat gördüm, gözlemledim, defalarca kez hayran kaldım. Minicik bir örnekle kapatacağım.
Annem, edebiyat öğretmeni Behiye Nurcan Tanverdi'dir. (64'ten sonra elbette Kaftancıoğlu)
1950'li yıllarda mesleğe Çorum Lisesi'nde başlamış. Fatih Kız Lisesi'ne geçinceye kadar da orada öğretmenlik yapmış.
Çorum taşra, sınıfları hınca hınç dolu, devlet okulu bunlar sonuçta...
Annem ise o kargaşada öğrencilerin hepsine edebiyat sevdirmeye uğraşan genç bir hoca. :)
Sınıfların birinde minik, deli dolu, belki biraz uyumsuz, bütünüyle farklı bir erkek çocuk var. İsmi Coşkun. Ele avuca sığmaz bir çocuk... Kurallara direnç gösteriyor filan. Fakat anneme de çok parlak ve çok sevimli geliyor.
Bir gün, yaz vaktidir herhalde, annem sınıfa giriyor, çocuğu sobanın içinde buluyor. "Çık" diyor çıkmıyor, dersi oradan izlemek istediğini söylüyor. Annem 'peki' deyip not tutması için kağıt ve kalem veriyor. Ders bitiyor, çocuk çıkıyor, annem onun elindeki kağıtlara bakıyor. Not filan yok. Kağıtlarda çizimler var. Bu çizimler anneme farklı ve özellikli geliyor. Çocuk çizmeye devam ettikçe annem toplayıp dosya yapıyor, İstanbul'a, fakülteden arkadaşlarına postalıyor. Bir zaman geçince Coşkun İstanbul'daki Akademi'den davet alarak gidiyor.
Sistemin çarkları içinde 'arıza' olarak nitelendirilebilecek bir çocuk, doğru noktada, kendi nüvesi ile eşleşen bir eğitime kavuşunca serpilip gelişiyor. Dünyanın pek çok yerinde sanatı ile takdir topluyor, ödüller alıyor, bizleri temsil ediyor. Bence muhteşem bir çizgiye sahip bu değerli ressamı, kıymetli Coşkun Gürkan'ı, büyük kalabalıklar 'Komet' ismiyle tanır. Beni çok etkileyen bir anıdır.
Doğru bir noktada, doğru bir sapakta, doğru bir yön göstermek... Çocuğa dikkat vermek, ilgi göstermek, özen göstermek...
Eğitim her şeyi düzeltiyor. Değiştiriyor ve güzelleştiriyor. Temel işleyişler harici elde kalan bütçenin, zamanın, insan gücünün, çok güçlü biçimde bence bu alana yönlendirilmesi gerekiyor. Devlet yapısı, kişiler, özel kurumlar, sivil toplum... Eğitimde çok fazla kapılar açılması gerekiyor.
Düzgün nesiller yetiştirmeyi beceremezsek noktayı koymak üzereyiz. Gidişat, memleketten de büyük bir ölçekte bunu gösteriyor.
Dileğim çok geç olmadan radikal adımlar görebilmek. Sizlerden de dinlemek. Toplamak, dosyalamak.
Sevgiler,
Pınar