Sizden Gelenler

Ustanın çekici bin altın eder

Ankara'nın Doğusundaki Türkiye, o hep anlatılan çok renkli mozaiğin ta kendisidir. Pek çok şehri (hele ki fazlaca büyümemişleri) bu mozaiğin her halini ve şimdiyi şekillendiren bütün izlerini gururla taşır...

Ankara'nın Doğusundaki Türkiye, o hep anlatılan çok renkli mozaiğin ta kendisidir. Pek çok şehri (hele ki fazlaca büyümemişleri) bu mozaiğin her halini ve şimdiyi şekillendiren bütün izlerini gururla taşır. Yollarında, seslerinde, adetlerinde, dostluklarında, komşuluklarında, hatta dükkan tabelalarında, ikramlarda, yemeklerde Batının şehirlerinden bambaşka bir dünyada olduğunuzu size gülümseyen bir gururla gösterir. 

Mardin - Midyat öyledir, Van'ın köyleri öyledir; Antep, Urfa, Harran elbette öyledir... Kars öyledir, çok özeldir. Antakya öyledir, hepsi içinde en özelidir, bütünün incisidir. Ben değilim bunu söyleyen, bugüne kadar Antakya'ya giden - gören herkesin ortak deyişi. Öyle bir şehir ki hiç beklemediğiniz yerde hiç beklemediğiniz fotoğraflarla karşılar sizi. Habib-i Neccar Camii'nden çıkıp Musevi Havra'sına doğru yürürken sağınızda Katolik Kilisesi... Sokaklarda farklı dinlerden hacıların mutlulukla birbirini selamlayışı. Yetmiş iki milletten insanın karışmış ama birbirlerine büyük bir saygıyla da kendileri kalmış halleri. Herkes dost, herkes arkadaş, herkes insan. 

Önce üç şehir; Kudüs, Kahire ve Antakya. Sonra devran dönmüş Roma - Efes - Antakya olmuş. Sonra bir dönüş daha, Roma sönmüş, bu kez İstanbul, Kudüs ve Antakya... Akdeniz'in,  bütün bir Batı medeniyetin temeli bu şehirlerde atılmış, kültürü buralardan kaynak bulmuş, dünyaya buralardan yayılmış. Çok büyük, çok güçlü, çok kapsamlı bir mirastır bu. Modern çağın bütün çirkin kıyafetlerini üzerine giyse de altında - ve hele hele insanında - kendini bütün gücüyle gösteren bir miras. Dünyanın dört yanında bin tane idealist insanın milyon kere yazıp bozduğu 'ötekine saygı' konusunda insanına çağ atlatan bir miras. 

Hayli ders aldım ben orada. Düğünlere katıldım, mensubiyetin değil bambaşka değerlerin insanlar arası bağ olabilişine şahitlik ettim. Bütün mahallelerinde gezdim, boş duran, aylak, hırçın ya da geçimsiz kimseye denk gelmedim. Çarşısında, lokantasında, balıkçısında, humuşçusunda olumsuz tek bir bakış, en ufak bir negatif his ya da minicik bir hoşnutsuzluk... Hiç karşılaşmadım. Ne derseniz, ne sorsanız herkeste tek cevap, önce "Hay hay", sonra "baş tacı...". 

Adres sorsan detay detay anlatır, yine yetmez, 'Kaybolursun' der yanında yürür, yürürken de gideceğin oteli - restoranı arar seni yolda karşılatır. Herkes. Herkes güler yüzlü, herkesin kapısı açık, her kapı açık ve sonuna kadar açık... Bir yanda müthiş yemekler, bir yanda eşsiz bir hava, her yönde bambaşka bir doğa...  Bir kere bile gitmek yetiyor, Antakya kalbinizi mutlaka fethediyor, özelliği budur. Sözler, sesler, kokular, tatlar bedeninize girdiğinde şehir sizi de içine alır. Sonra fefalarca tekrar yanına çağırır... Gidersiniz. İki kişilik dar sokaklar, kapısı açık avlular, içlerine attığınız adımlar, hepsine 'bir selam yeter'. 

(Artık yarı yarıya yıkılmış da olsa) Büyük avlulu, çok güzel bir evim olan, yaşlılığımı geçirmek istediğim tek şehir Antakya... Kimsenin şüphesi olmasın, yeniden doğacaktır. Her yönüyle çok zor olacaktır, şehrin altı, yani caddenin iki metre aşağısı bambaşka bir şehir ve bu şehir bütün insanlığın ortak kültür mirası. Fakat aşılacaktır, yaraları saracaktır, üzerindeki sevgiyi somutlaştıracak ve eşsiz değerine yeni bir değer de katacaktır. Ben yaşlılığımda oradayım, evi de onaracağım. Fakat bir konu daha var... 

Keşke... cümlesine daha fazla öğe eklemeyi istemiyorum. Bu büyük felaketin ilk gününden beri bütün keşkeleri her boşluğa hepimiz yazdık. Diğer bir yönü ile yazacağım;

Deprem felaketine uğrayan bu bölgenin, bütünüyle 10 şehrimizin insanları bu ülkenin en çalışkan, en becerikli, en usta insanlarıdır. El vermek demeyeceğim onun için, varlıkları ve yaşama tutunma güçleri için şükrederek bu can dostlarımızı kollamak durumunda olduğumuzu söyleyeceğim. Dokumuzun ve kumaşımızın bu en parlak ve en güzel örümünü hayatımızda tutabilmek için canla başla destek vermek zorundayız. 

Şimdi bir program oluşturuluyor. Bölgede arazisi olan, dikimi olan, dükkanı olan, işyeri olan "gerçek" kişilerin tespiti devam ediyor. Sonucunu lütfen bekleyin. Çünkü bu konuda da maalesef izler birbirine karışıyor ve destek bütçelerini bölgede aslında hiç üretim yapmamış, bölge ile aslında hiçbir alakası dahi olmayan uyanıklar (da) kapmaya başlıyor. Listeler halinde "Maraş'tan Lezzetler", "Antakya'dan Tabağa" benzeri sahte isimler, toplumun genel ruhunu yakalamaya koşan hikayeler, sahte bir ajitasyon da derken temiz kalpli insanların şefkat elleri maalesef suistimal edilmeye başlandı. Ülkece defomuz da yine bu olsa gerek. Bu yoldan artık çıkalım / çıkartalım. 

Lütfen araştırın, lütfen duyduğunuz hikayelere körü körüne inanmayın. Ben kulağıma gelen, önüme gelen, telefon açtığım, sorup sorgulattığım 10 tanenin belki 1 tanesinde gerçekten anlattığı durumda olan üretici ile karşılaştım. 5'i hayatında bölgeyi bile görmemiş, 3'ü eh işte, biraz karışık gibi. Bir tanesi cidden üretimi elinde kalmış ihtiyaç sahibi. Onu da zaten aldık. 

Lütfen. Lütfen. Lütfen. 

Bütçenizi saklayın. Bu bütçe önümüzdeki zamanlarda yörenin gerçek üreticileri saptandığında size lazım olacak. Onlara da lazım olacak, onlar için saklayın. Evet, çok canlarımızı yitirdik, herkes perişan fakat unutmayalım ki kalan canlarımız da var ve ne ileri, ne geri, hepsi Araf'talar. 

Elinizi - kolunuzu güçlü ve hazır tutun. Siyahtan beyaza birlikte çıkacağız. 

"Yaşamın içinde olup da ölü için gözyaşı dökenler için çok üzüldüğümü söyleyebilirim. Susmuş bir ev, canlılığı, yaşam kavgasını duraksatmış bir ortam için elbette üzüldüm ve üzüntümün ağır yanı burasıdır."

Babamın paragrafı ile bitirmek istedim. 

İklim krizi ortam krizi!En son 1994'te Kars'ta hava böyleydi. Arkasından da kış geldi. Geç geldi ve geç kalktı kar. Mevsim kaydı. Otun gelmesi gecikti filan da derken kıtlık denilebilecek bir duruma varıldı. Bu sene de böyle olacak gözüküyor.