Paylaşım Üzerine
Bu konuda çok güzel bir özdeyişimiz vardır: “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.” İnsanlığın yaşam imbiğinden süzülerek gelen bu söz gerçekten de çok şey anlatır.
“Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar.”
- İnsanlar, tarih öncesinde yüz binlerce yıl boyunca doğada asalak olarak yaşamışlardır.
- Bu devrede insanlar, tohumu topraktan, meyveyi dalından, eti ve kürkü hayvanlardan elde etmiş, güvenli bulduğu bir mağara ya da ağaç kovuğuna sığınmıştır.
- Bu dönemde insan, tıpkı çekirge sürüleri gibi bir bölgeyi tüketince bir başka yere göç etmiştir.
- İnsanlığın ‘altın çağı’ denilen bu dönemde insan, doğanın asalağı olup üretmek durumunda olmadığı için paylaşımda da bir sorun yaşamamıştır.
- Her şey onun yerleşik düzene geçmesiyle başlamıştır. Esasen tarihin diyalektiği içinde oluşan yerleşik düzen ve devamında insanlığın acı, bir o kadar da acımasız kanlı tarihi yazılmaya başlamıştır.
- İnsan üreten, bu sebeple de artı değer yaratan yegâne canlı türüdür. Onun bu hasleti, insanlık tarihinde oldukça biçimleyici ve belirleyici olmuştur.
- İnsanlar yerleşik düzene geçerken, işbölümü ve bürokrasi zorunlu oldu. Bunun türevi olarak toplumsal sınıflar oluştu.
- Bir otoritenin altında biçimlenen toplum, genel hatları itibariyle önce yöneten ve yönetilenler olarak, sonrasında oluşan bürokrasi gereği; savaşanlar, dua edenler ve üretenler (köylü, parya, köle, esir vb.) şeklinde daha katmanlı bir yapı haline gelmiştir.
- Yönetenlerin, soylu ve kutsal bir statüleri vardı. Toplumu hükümdar ya da tanrı-kral olarak istediği gibi yönetiyordu.
- Askeri aristokrasi bu yöneticinin dünyasal gücü olurken(sopa), ruhban sınıfı da onun manevi gücü (havuç) oluyordu.
- Bu iki ayrıcalıklı sınıf, yöneticinin toplumu yönetmesinde, sopa ve havuç işlevini görüyordu.
- Bunca atıl ve asalak kişinin yemesi içmesi ve bunlara hizmet edilmesi için ÜRETMEK görevi ise köylüler, köleler, ırgatlar vb. toplumun alt katmanlarına düşüyordu.
- Toprağa bağlı ve onu işleyen gerçek üreten sınıf bunlar oluyordu. Ancak Pastayı paylaştıran bıçak, her zaman olduğu gibi, egemen sınıfın elindeydi.
- Bu durum, değişmeden çağlar boyunca devam emiş ve hatta çeşitli kombinasyonlar şeklinde günümüze kadar gelmiştir.
- Genelde zincirlerinden başka bir varlığa sahip olamayan yığınların boğaz tokluğuna yarattığı üretim (artı değer), hep egemenin olmuştur.
- Bu durum ilk ve orta çağlarda bütün Avrupa’ da hatta bütün eski dünyada böyledir.
- Ancak 16. yüzyıldan başlayarak 17 ve 18. Yüzyıllarda yaşanan hümanizma, aydınlanma, keşif ve icatlar, nihayetinde endüstrileşme, toplumda yeni bir zengin sınıfın (egemen) oluşmasına yol açmıştır.
- Bu yeni zengin sınıf, önceleri İngiltere’de, sonraki yüz yıl içinde bütün Avrupa’da krallıkların ve ruhbanın gücünü galebe çalarak yeni bir dünya düzeninin kurulmasına yol açmıştır.
- Esası zenginlik (parasal güç-sermaye) olup, bütün dünyaya hızla yayılan bu düzeninin adı da KAPİTALİZM olacaktır.
- Kapitalizm, dünyayı bu aşamada ele geçiren yeni zengin sınıfın düzenidir. Bu düzen de geçmişteki diğer egemenlikler gibi insanın yarattığı ARTI DEĞER’in sömürülmesiyle çalışır.
- Ancak bu kez paylaşım bıçağı, KAPİTALİST ’in elindedir.
- Esasen insanların kaderi pek değişmemiştir. Bu yeni dünya düzeniyle birlikte köylüler, ırgatlar, köleler yeni bir sınıfa (işçi sınıfı) dönüşmüştür. Çoluk çocuk, gece gündüz demeden insanlar fabrika köşelerinde yine boğaz tokluğuna bu kez KAPİTALİST için üretir olmuşlardır. Çünkü paylaşım-bölüşüm bıçağı bu kez Kapitalist ’in elindedir.
- Kitabına sonradan uydurulan bu düzende üretime katılan tüm faktörlerin (ücret, faiz, rant vb.) kendi kanunları içinde piyasada oluşan bir FİYATLARI olurken, müteşebbis-kapitalist kârının hiçbir fiyatı yoktur.
- Kâr ve Kârlılığın ucu açıktır. Bu KÂR kutsaldır ve hikmetinden sual olunmaz. Her ne kadar KÂR, zararın kardeşidir dense de sermaye nazenin bir kuş gibidir çöplüklerde pek işi olmaz.
- İşte bu kâr, insanın yarattığı artı değerin sömürülerek kapitalisti zirveye taşıyan ve tekelci sermayenin oluşumunu sağlayan insan emeğidir. (Sermaye, kristalize olmuş emektir der Marx.)
Özce diyeceğim odur ki;
- Her üretilen birim, insanın yarattığı artı değerdir. Sistem içinde kurulan mekanizmayla bu Kapitalist-Müteşebbis Kârına dönüşür. Bu yüzden üretilen tüketilmelidir.
- Dünyayı sarmalayan TÜKETİM ÇILGINLIĞI bunun için yaşanır.
- İnsanların arasına rekabeti, yarışmayı ve kavgayı sokan da bu sistemdir. Sistem bundan beslenir.
- Paylaşım bıçağı, Kapitalist-müteşebbisin elinde olup sonucu tayin etmek de büyük ölçüde onun elinde olmaktadır.
- Kapitalist-müteşebbis bu sistem ve bu mekanizmalar sayesinde ve de her defasında zenginleşip tekelleşmiş, giderek iktidarları ve toplumları biçimler hale gelmiştir.
- Dünya ve insanlık geçen yüz yılda bu düzenin bekası için çok büyük bedeller ödemiştir ve bugün hala ödemektedir.
- İki dünya savaşı, iki atom bombası , yüz milyonu aşkın ölüm, milyonlarca mefluç sakat ve devam edegelen savaşlar hepsi bu dünya düzeni içindir.
- Bugün için (büyük balık küçük balığı yutar esprisi içinde) bir avuç (TEKELCİ SERMAYE ) Dünyayı ele geçirmiştir. Çünkü tekelleşme sistemin fıtratında vardır. (Yüzde bir’ lik zengin kesim dünya malının yarısına sahip hale gelmiştir.)
- Gezegenimizde koca Afrika kıtasını bütün insan ve mal varlığıyla defaten alacak zenginler yaşamaktadır.
- Bugün dünya ve insanı, tekelci sermayenin kıblesine dönerek soluk alıp vermektedir
Bir paylaşım hali de modern devletlerde ve toplum düzenlerinde;
- Hükümetlerin para ve mali politikalarla kaynakları toplumsal katmanlar arasında paylaştırmasıdır. Burada bıçak hükümetin ve siyasi iradenin elinde olur.
- Genelde gelişmiş demokrasilerde yaratılan hasılanın paylaşımı sosyal adalet olgusu içinde cereyan ederken, Yoz ve geri bazı siyasi organizmalar olguyu kendi çıkarları doğrultusunda istismar eder.
- “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” sözüne atfen hükümetler, sağduyuya sahip paylaştırıcılar olarak çeşitli mali ve para politikaları geliştirerek toplumda kalıcı, sürdürülebilir ve adil bir paylaşımı her zaman gerçekleyebilmelidirler.
Temmuz 2025,
K. Çamlıca