Çekingen ve Zayıf Kişilikli Olduğunu Düşünüyorsan Bunu Değiştirmek Elinde
Çocuklukta yaşadıklarımızın yansımaları sonraki yıllarda kişiliğimizde ve davranışlarımızda kendini gösterir. Psikologların davranış ve kişilik bozukluklarını genelde çocukluk çağında yaşananlarda araması bundandır. Bu sebeple aile içi iletişimi pahası olmayan bir yatırım olarak görmek gerekir.
İlköğretim döneminde sosyal ilişkiler genişler ve çocuklar
başarı, yetkinlik, özgüven gibi kavramlarla tanışırlar. Bu dönemde
edinilen deneyimler kişilik özelliklerini pekiştirir. Ergenlik
dönemi de kimlik gelişimi açısından önemlidir. Çocuklukta oluşan
temeller üzerine birey kim olduğunu ve ne olmak istediğini
sorgular. Ancak kişilik temelleri çocuklukta atılsa da birey yaşam
boyu değişebilir ve gelişebilir. Travmalar, yaşam deneyimleri,
çevresel faktörler gibi unsurlar zamanla kişiliği
etkileyebilir.
Çekingenlik ve eziklik duygusu, hem psikodinamik hem de
nörobilimsel düzeyde kökleri genellikle erken çocukluk
deneyimlerine dayanan, iç içe geçmiş duygusal ve kişilik
özellikleridir.
Çekingenlik çocuklukta eleştirilme, aşırı otoriter ebeveyn, aşağılama veya yetersiz onay alma sonucu gelişip çocuğun kendi benliğini değersiz görmesine neden olabilir. Eziklik ya da yetersizlik ve değersizlik hissi, bireysel psikoloji ekolü kurucusu Avusturyalı psikiyatrist Alfred Adler’e göre, bireyin kendini başkalarıyla kıyaslayarak sürekli eksik görmesiyle oluşur. Bu genellikle çocuklukta “sen beceremezsin, ablan gibi ol” tarzı kıyaslamalardan doğar.
Sürekli eleştirilen veya travma yaşayan çocukların beyinleri, stres hormonu salgısına aşırı duyarlı hale gelir. Bu da çekingenlik, kaygı, içe kapanıklık ve değersizlik duygularını pekiştirir. Mamafih beyin, özellikle nöroplastisite (yaşam boyunca yeni sinir bağlantıları kurarak kendini yeniden yenileme konusundaki yeteneği) sayesinde, yaşam boyu değişebilir. Terapi, güvenli ilişkiler, öz-farkındalık çalışmaları ve doğru çevresel destek, bu duyguların kökten dönüşmesini sağlayabilir.
Güçlüler Zayıfları Niye Ezer?
Bu soru tarih boyunca filozofların, sosyologların, psikologların ve hatta sanatçıların sorguladığı bir konudur. Güce sahip olan insanlar zamanla kendilerini üstün görmeye başlayabilirler. Bu, empati eksikliğine ve başkalarını “ezik” gibi görmelerine yol açabilir. Bazen “güçlü” görünen insanlar aslında içsel olarak oldukça güvensizlerdir ve bu duyguyu bastırmak için başkalarını ezmeyi tercih ederler. Böylece kendilerini geçici olarak daha “üstün” hissederler. Ama şu da var: Her güçlü ezmez, her ezik ezilmez. Bu işin bir de karakter, ahlak, bilinç ve vicdan boyutu var.
Ezik olarak yaşamamak için neler yapılabilir?
Ezik olmamak” ve “ezik yaşamamak” deyimleri, genelde özgüvensizlik, başkalarına boyun eğme, kendi değerini küçümseme gibi durumları ifade eder. Bu tür bir yaşamdan uzak durmak için hem zihinsel hem de davranışsal bazı adımlar atmak gerekiyor.
- Kendini Tanı ve Kabullen: Güçlü ve zayıf yönlerini dürüstçe değerlendir. Hatalarını, geçmişini, eksiklerini sahiplen ama onların seni tanımlamasına izin verme. Kendini geliştirmeye açık ol ama “yetmemek” hissine saplanma.
- Sınırlarını Belirle: İnsanlara “hayır” demeyi öğren. Sürekli onay arayan biri olursan kolay yönlendirilirsin. Kendi zamanına, enerjine ve değerlerine saygı göster.
- Özgüveni Bilgiyle Besle: Bilgili ve donanımlı insan daha sağlam durur. Her konuda uzman olmak zorunda değilsin ama hayatı ve çevreni anlamaya çalış.
- Kendini Küçümseyen Dili Bırak: Sürekli “ben zaten beceremem”, “şanssızım”, “kimse beni ciddiye almaz” gibi söylemler seni küçültür. Olumsuz iç sesi yakala ve değiştir: “Deneyeceğim”, “gelişebilirim”, “herkesin yolu farklı” gibi.
- Başkalarının Onayına Muhtaç Olma: Herkes seni sevmek, anlamak zorunda değil. Hayatını başkalarının beğenisine göre şekillendirme.
- Kendine Sahip Çık: Haksızlığa uğradığında ses çıkar. Uslu çocuk olmak zorunda değilsin. Yanlış anlaşılmaktan korkup susarsan zamanla kendine bile yabancılaşırsın.
- Drama ve Dedikodudan Uzak Dur: Sürekli başkalarını çekiştiren ya da mağdur psikolojisiyle yaşayan insanlardan uzak dur. Güçlü durmak, başkalarını ezmek değil, kendi alanını korumaktır.
Bazı güçlü insanlar zayıfları neden ezmek ister, zayıfları ezmek çok mu kolay?
Rus oyun ve kısa öykü yazarı Anton Çehov'un (1860-1904) konu ile ilgili yaşadıklarından damıttığı bir hikayesini okumaya ne dersiniz?
Ödlek - Anton Çehov
Birkaç gün önce evde çocuklarıma ders veren öğretmen hanımı çalışma odama çağırmıştım.
“Otur, Julia Vassilyevna” dedim. “Aramızdaki hesabı kapatalım.
Her ne kadar şu anda paraya ihtiyacın varsa da resmi bir merasimde
bekler gibi bekleyeceğini ve bir türlü kendiliğinden gelip almayı
istemeyeceğini biliyorum. Neyse, gelelim hesabımıza: Ayda otuz
rubleye anlaşmıştık…”
“Kırk.”
“Hayır, otuz. Not etmiştim, çok iyi aklımda. Hem ben öğretmenlere
her zaman ayda otuz ruble öderim. Bu duruma göre; buraya geleli iki
ay oluyor, dolayısıyla…”
“İki ay beş gün.”
“Tam tamamına iki ay. İşe başladığın günü özellikle not etmiştim.
Bu demektir ki altmış ruble kazanmışsın. Ancak sen bu iki aydan
pazar günlerini çık. Biliyorsun ki pazarları Kolya’ya bir şey
öğretmedin, sadece beraber yürüyüşlere çıktınız. Ve üç tatil
günü…”
Julia Vassiyevna kızgınlıktan kıpkırmızı kesildi ve öfkeden iki eliyle sıkı sıkı entarisinin eteklerine yapıştı. Fakat hepsi bu kadar… Tek bir çıt dahi çıkarmadı.
“Dokuz pazar, üç tatil günü, yani on iki rubleyi çık! Dört gün Kolya hastaydı, dolayısıyla ders falan vermedin, zaten o sıralarda Vanya ile uğraşıyordun. Üç gün de diş ağrısı yüzünden çalışmamıştın ve karım sana öğleden sonraları dinlenmen için izin vermişti. On iki, yedi daha… Eder on dokuz. Altmıştan çıkar, geriye ne kalır? Hımm… Kırk bir ruble. Tamam mı?”
Julia Vassilyevna’nın sol gözü kızarmış, yaşla dolmağa başlamıştı bile. Çenesi hafifçe titriyordu… Sinirli sinirli öksürdü, hızla burnunu sildi. Ancak hepsi bu kadar… Tek bir çıt yok.
“Yıl başına yakın bir gün, bir çay bardağı ve bir de tabak kırmıştın. Bunlar için de iki ruble çıkar. Çay bardağı dededen kalma antika olduğu için aslında iki rubleden çok daha fazla ederdi, ama neyse…Boş ver. İşin sonunda ben ne zaman zararlı çıkmadım ki! İhmalin yüzünden Kolya bir gün ağaca tırmanmış ve ceketini yırtmıştı. Onun için de on ruble say. Yine senin dikkatsizliğinin yüzünden hizmetçi kız Vanya’nın ayakkabılarını çalmıştı! Evde tüm olup bitenleri dikkatle izlemen gerekir. Sana bunun için para veriyoruz. Dolayısıyla beş ruble daha çık. Ocak ayının sonunda sana on ruble vermiştim…”
“Hayır, böyle bir şey yapmadınız!” diye Julia Vassilyevna
zorlukla yutkunarak cevap verdi.
“Not etmiştim. Yanlış olmama imkân yok!”
“Şey… Peki, öyleyse.”
"Kırk birden yirmi yediyi çıkar… kalır sana on dört.”
Kızcağızın şimdi iki gözü birden yaşla dolmuştu. Küçücük şirin burnunun altında da ter damlacıkları belirmeye başlamıştı. Zavallı kız!
“Şimdiye kadar bana bir kere para verildi” diye titreyen sesiyle
konuştu. “Ve o da karınız tarafından. Hepsi üç ruble, fazla
değil.”
“Sahi mi? Görüyor musun, ben onu not etmemişim! On dörtten üç daha
çıkar… Kalır on bir. Al azizim, işte paran: Üç, beş, dokuz, on, on
bir. Tamam mı?”
On bir rublesini de avucuna koydum. Uzandı, aldı ve titreyen parmaklarıyla cebine sokuşturdu.
“Mersi” diye boğuk bir sesle fısıldadı.
Birden yerimden fırladım ve başladım odanın içinde bir aşağı bir
yukarı gidip gelmeye. Sinirlerim son derece bozulmuş, kan tepeme
fırlamıştı. Kızgın kızgın;
“Ne için bu… ‘Mersi’” diye sordum.
“Verdiğiniz para için.”
“Hakkını yediğimi sen de bal gibi biliyorsun Aman Tanrım! Ne biçim
insansın sen, görmüyor musun ki seni göz göre soydum! Daha ötesi
ver mı bunun, paranı çaldım! Ve sen hâlâ ‘Mersi’ diyorsun!”
“Bundan önce çalıştığım yerlerde hiç vermemişlerdi.”
“Hiç mi vermemişlerdi? Şaşırmaya da gerek yok ya! Bana gelince,
sana ufak bir şaka yaptım. Sırf ders olsun, öğrenesin diye bu
insafsızca yolu seçtim… Merak etme, seksen rublenin tamamını da
sana vereceğim! Al işte, hepsi şu zarfın içinde seni bekliyor…
Ancak bir insanın bu kadar pısırık olabileceğine de hâlâ
inanamıyorum! Neden haksızlığa baş kaldırmıyorsun? Dünyada bu denli
yüreksiz, tabansız olmak mümkün mü? Bu kadar ödlek olmak mümkün
mü?”
Acı bir gülümseme dudaklarının kenarında kıvrıldı. Yüzündeki ifade, “Mümkün” diyordu.
Kendisine zalim bir yoldan ufak bir ders verdiğim için özür diledim. O hâlâ şaşkın şaşkın bakınırken eline seksen rubleyi sıkıştırdım. O yine her zamanki ‘Mersi” deyişi ile mırıldanır gibi üst üstü defalarca teşekkür etti ve odadan çıktı.
Arkasından bakarken kendi kendime düşünüyordum:
“Şu dünyada zayıfları ezmek ne kadar
kolay!”
***
12 Nisan 2025
Suadiye