Eğitim

Okumak! Her daim okumak!  

Dört 'büyük kahraman' vardır örnek aldığım...

Dünyanın en sevimli, en zapt edilmez, en ağzı bozuk ve en delimsek kızı Pippi Uzunçorap, :) Durgun Akardı Don'un Gregor Melehov'a aşık kadını Aksinya, Güneş de Doğar'ın Lady Bret Ashley'i bir de savaş tanrıçası Athena... 

Bu dördü birleşti, kaynaştı, kişiliğim mi oldu bilmiyorum ama yazdığım bu satırları birkaç saat sonra okuyacak 'beni tanıyanlar'ın gülümseyeceğini biliyorum. :) Yazıyı yazmaya başlamamla sonunu nereye getireceğimi bilmeden ben de gülmeye başladım zaten. :) 

Kitaplar ile çok küçük yaşta tanıştım. Babamın Cağaloğlu'ndaki kitap evlerini, dostlarını, imza günlerini, arkadaşlarının basımlarını, imzalı kitapları, dünyanın her köşesinden gelen ya da getirtilen neşriyatı düşünüyorum da... Bizi biz, beni ben yapan her ne varsa sanki çevirdiğim o sayfalardan gelmiş oturmuş her parça yerine.

Okumayı öğrendiğim beşinci yaşımda 'comics' diye adlandırılan Teksas, Tommiks, Kaptan Swing, Mandrake, Atlantis, Zagor ve diğer onlarcasının dünyasında yaşamaya başladım. Hatta sanırsam o dünyada yaşamaya ağabeyim ile beraber başladık. :) Hepsi içinde benim kahramanım Mandrake idi. Çünkü olmazı oldururdu. Şaşırtırdı. Şahane bir evde, Xanadu'da yaşar; dostu Abdullah kaba kuvveti ile işleri hallederken o en güçlü silahı, beynini kullanırdı. Beyin gücünün beni etkilediği yer tam da burasıdır. 

Comics'ler ile beraber Yunan Mitolojisi girdi hayatıma. Babamın Homeros okuduğu zamanlarda ben de arkeoloji sözlüğü ile giriş yapıp tanrılar, yarı tanrılar, insanların zaafları, talepleri, cezalar ve ödüller ile tanıştım. Zeus'a saygı ve hayranlık duydum. Gücü elinde tutanın yapacağı hataları, şişirilmiş egonun başa bela olduğunu, savaşların hep benliğe sirayet eden kişisel defolar yüzünden başladığını öğrendim. Sonra hatanın da doğrunun da güçlü - güçsüz fark etmeksizin insani bir durum olduğunu; hatalar ile başa çıkma yolunda yapılması gereken ilk şeyin hata ettiğini kabul etmek gerektiğini... 

Kim olduğumu, kimliğimi Yunan Mitolojisi ile çözmeye başladım gibi hatırlıyorum. İliada'yı okurken heyecandan titrerdim. Yıllardır elime almamış olsam da hala sayfalarca ezberimdedir. Mitolojiye olan ilgim ve hayranlığım da bugün aynı şiddette yerindedir. :) 

Hint destanlarını da aynı zevk ile okudum, Uygur destanlarını da... Sayfa sayfa yutarken önümde bambaşka dünyalar açtı her biri. Sonra hızla Rus klasiklerine hücum ettim. Tolstoy, Gogol ve Şolohov ile gözlerimin önünde adeta başka bir evren açıldı. Açılmak ne kelime; resmen patladı! :) Durgun Akardı Don'u sekizinci yaşımda üç ya da dört kez arka arkaya okudum. Don Kazakları, Gregor... Tutkuyu, savaşı, delicesine aşkı, cesaretin en inanılmaz hallerini, meydan okumayı, ayağını yere sımsıkı basıp koca bir dünyaya meydan okumayı Aksinya'dan öğrendim. 

Başım dönmüş halde Rus klasiklerini içerken, değişmekte olan ruh halimi fark eden annem Andersen Masalları'nı bir telaş elime tutuşturduysa da iş işten geçmişti galiba. :) Andersen'e de elbette bayıldım. Kırk katlı döşeğin altında minicik bir bezelye tanesi ile gerçekliği test edilen prensesin hikayesine çok güldüğümü dün gibi hatırlıyorum. O prensesi ve zerafeti annem ile eşleştirmiştim kafamda. Kendime gelince; 'köylü' olduğumu fark ettiğim hikaye de yine o'dur. Kırk kat döşeğin altına bezelye bir yana dursun kafam kadar kaya koysalar hissetmeyeceğimi anlayışım falan... Kişi kendini tanımalı. :) 

Sekizinci yaşım ile onuncu yaşım arası, bir elimde klasik kitaplar, öteki elimde çocuk kitapları ile kişilik bölünmesi yaşadığım dönemimdir. Bir Şeftali Bin Şeftali ile Vadideki Zambak'ı aynı anda okudum. Onlar bitti Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok ile Fedor Amca'yı iki bölüm ondan, üç bölüm bundan şekliyle bitirdim. Bir çocuk gibi, bir büyük gibi; bir o yana, bir bu yana hallerim ile devam ettim yoluma. 

Bir giriş, bir gelişme, bir sonuç... Hangisi olursa olsun düzen, dizilim budur. Bu dizilim içine kahramanlar, mekanlar, inançlar, kavgalar, aşklar, aşıklar, düşmanlar, düşmanlıklar, savaşlar sığar. Sayfalar arasından taşar, gelir sizi sarar. Dünyalarına girdiğiniz anda dopamin, adrenalin, melatonin ile serseme dönersiniz. Satır satır, soluk soluğa gider; nasıl bittiğini fark etmezsiniz. Her biri yeni bir pencere, yeni bir dünya; hatta belki onlarca pencere, onlarca dünya... 

Herkeste bir daralma var şu günlerde; ben de dahilim buna. Hemen her sohbette, her yemekte hissettiriyor kendini. Okumaya zaman mı kalmıyor, yeni nesil iletişim daha mı cazip geliyor bilmiyorum ama sanki herkesin dünyası küçülüyor. O küçük dünyalar yetmez oluyor, boğuyor, kendi içine çöküyor. 

Okusak; daha çok okusak çözülür. Vallahi çözülür. :) Küçük bir dünyadan kocaman dünyalara adım atabilmenin, kendi gözlerimiz ile beraber başkalarının gözleri ile bakabilmenin anahtarı o kitapların içinde çünkü. Biz sadece okudukça zenginleşiriz, varlıklarımız anlam kazanır. İnançlarımızın, değerlerimizin yanında ya da karşısında; bizimkilere benzeyen ya da benzemeyen başka inançlar, değerler olduğunu görürüz. Renkler ve sesler ile kuşanır dünyamız. Açı kazanır, kanat takar uçar. Görmeyi öğreniriz, sevmeyi öğreniriz, hangi yaşta olursak olalım eğitiliriz. 

Karşımıza çıkanları analiz edebilmeyi, zor durumlarda güçlü kalabilmeyi, aşka düşmeyi, aşktan çıkmayı, en önemlisi de hayal kurabilmeyi öğreniriz. Hiç değilse ayağımıza bir yol olur. :) Dünyayı sevdirir, doğayı sevdirir, insanı anlatır... Yalnızlık nedir bilmezsiniz. :) İnsanı seversiniz. 

Herkesin kendi doğrusuna ulaşmak için bir yolu vardır. Anlarsınız. Empati kurarsınız. Sohbetlerinize konu, çayınıza şeker olur. Benliğinize tat olur. :) 

Okumayı unutmayalım, ne olur... Çocuklar anne - babayı taklit eder birebir. Onların yaptıklarını içselleştirerek yol alırlar. Siz örnek olun ki çocuklarınız da yutsun satır satır, sayfa sayfa... Kitaplar ile sıcacık bir ilişkiniz olsun her zaman. Yüz tane dosta, bin tane tweete bedeldir her biri. :) Tedaviniz olsun, terapiniz olsun, ilacınız olsun. Kitaplar ile dayanın bu dünyaya; kuşatın, düzeltin, anlayın hep birlikte. 

Memleketimin hikayelerini yazan; bizi zaten tanıdığımız insanların evlerinin içine, bağlarına, tarlalarına götürüp onlar ile hayali sohbetlere oturtan; bizi toprağımıza, aksanımıza, insanımıza aşık eden sevgili usta Yaşar Kemal için hissettiğim üzüntü ile tetiklenen bu yazı bir sonuca varsın isterim. Hemen yarın çıkın; basılı, yazılı, aslanlar gibi bir kitap alın, olur mu? Sırf benim hatırıma... Gözlerimizi kapatıp uçalım menziller boyunca. Sandığımız kadar küçük değil çünkü dünya.


Pınar Kaftancıoğlu
Nazilli, Ocaklı Köyü