“Ah Bir Geleydin!”
“Sevgi sorumluluk demektir; başkaları için de yaşamayı gerektirir.”
“Hoş geldin!” Acaba anladı mı bu tümcenin tükürmek gibi
olduğunu? Aslında onun suratına gerçekten tükürmek vardı; ona ve
çocuklarına çektirdikleri için bu az bile olurdu. Bu yüzden, “Hoş
geldin” sözü dudaklarından bir hışırtıyla döküldü. Harfler
dudaklarında birikmiş tükürük parçacıkları gibiydi; o sadece hoş
geldin diyerek dudaklarını temizledi. Oysa bu tümceyi gerçek
anlamıyla; yakışanına söylemeyi ne kadar isterdi. Ancak ona karşı
yüreğinde hiçbir şey kalmamıştı; ruhunda her şey kin ve nefrete
dönüşmüştü.
İlk değildi bu; kafasına estiği anda çekip gider, günlerle
aylarla eve gelmezdi. Bir keresinde çalıştırdığı küçük tuhafiye
dükkânının kepenklerini indirip sırra kadem basmıştı. Kendisi dahil
hiç kimseye bir şey söylememişti. Sonrasında alacaklılar birer
ikişer eve sökün etmişti. İnsanların içine çıkamamış, onlara bir
şey söyleyememişti.
Gerçekten nereye gittiğini nerede olduğunu bilmiyordu. Sonrasında polise gitmemesi için onu telefonla aramış, işlerinin olduğunu söylemiş ancak nerede olduğunu, ısrarla sormasına karşın, söylememişti.
Böylece bir koca bahar ve yaz geçmişti. Alacaklıların baskısını ağabeyi ve emekli babası karşılamıştı. Kendisi ve iki ufak çocuğuna ailesi sahip çıkmıştı.
Sonrasında hiçbir şey olmamış gibi çıkıp gelmişti. O zamanlar bırakmalıydı bu hödüğün yakasını, ama araya aileler girmişti. Annesi, “Kızım, çocuklarının babasıdır, dul kadının eteği dokuz olur, o erkektir, yuvayı yapacak ve koruyacak olan dişi kuştur” demişti. Evet, o erkekti haklıydı, kadınsa bir köleydi haklı olamazdı.
En son çekip gidişinin üzerinden altı ay geçmişti. At yarışlarından voliyi vurmuş, mahalle dedikodusuyla çalkalanmıştı. “Adam parayı bulunca çoluk çocuğu terk etti, dostunun yanına yerleşti” diyorlardı. Yerin dibine geçmişti, el yüzüne bakamaz olmuştu.
Geçen devre içinde kadın çabucak toparladı kendini. Çocuklarını annesinin gözetimine teslim ederek çalışmaya başladı. Bu ona çok iyi geldi; güç ve moral buldu. Ancak bazı şeyleri unutmak kolay olmuyordu.
Kadın bir gece karanlığın içinde buldu onu. İşte eve yeniden dönmüştü yaptıklarını unutarak. Ona elini uzatıp merhaba demiş, diyebilmişti yüzsüzce!
Şimdi evlerinde yüz yüze, karşı karşıyaydılar; kadının ruhu ateşte kaynayan bir kazan, haykırışları ise kayalarda kırılan dalgalar gibiydi. Sessiz çığlıklarını sadece kendi duyabiliyordu. Kadın derin bir nefes alarak karanlığın içinden çekip çıkardı onu ve yüzüne karşı haykırmaya başladı.
“Sana işin başında pek güçlü olmasa da bir sevgim, bir saygım vardı. Sen onları güçlendireceğin yerde söndürdün. Çocuklarıma ve bana sevginin kırıntısını bile çok gördün. Çocuklar baba kimdir, nedir, bilemediler. Çünkü sen aile nedir, sevgi nedir, bilmedin.
Çoluk çocuğun evde aç yatarken, sen şehvetin peşinde oldun. Çocuklar sevgi, ilgi istiyordu. Aç kaldığımız günler oldu; bu kadar koymadı, ama babasızlık yüreklerimizi dağlıyordu.
İnsan içine çıkamıyordum. Ne demeliydim senin için? Esasen bir şey demem de gerekmiyordu; sen erkektin ya, istediğin zaman gelir, istediğin zaman giderdin; kimse karışamazdı sana. Kadın ise evde kul köleydi, otur dendiğinde oturacak, kalk dendiğinde kalkacaktı. Gaflet içindeydin, umursamıyordun bizleri. Günlerle, aylarla çocuklarımla birlikte babamın evinde boynu bükük sığıntılar gibi yaşadık.
Şimdi bir iş edindim, onurumuzla yaşıyoruz. İhtiyacımız kalmadı artık sana. Bizden ne istiyorsun, neden geldin, neden döndün, gücün mü tükendi, parasız suratına bakmıyorlar mı?”
Kadın boşalan makaralar gibi kendini tutamıyordu sözlerine devamla;
“Neden evlendin? Bir sorumluluk altına gireceğini bilmiyor muydun? Ağır geldik sana taşıyamadın bizleri. ‘Öküze boynuz ağır gelmez’ derler ama sen bir öküz bile olamadın!”
Adam kadının karşısında süt dökmüş kedi gibiydi. Kadın ise konuştukça açılıyordu. Yüreği ve kafası doluydu, soluklanmadan konuşmaya devam etti;
“Şu anda İstesem, seni kul köle yaparım, etrafımda pervaneler gibi döndürürüm, paraya servete boğarım seni! Bu takdirde sendeki aşağılık ruh, paranın ve servetin köpeği olur. Gözünün önünde başkalarıyla yatıp kalkmama ses bile çıkarmazsın paranın hatırına. İster misin bütün bu onursuzlukları?”
Adam, “Fazla ileri gidiyorsun” diyerek karısının üstüne hamletti ve hırlayarak;
“Paraya, servete boğarmış beni; hadi, boğ da görelim!” dedi.
Kadın, adamın sözünü boğazına tıkayarak devam etti;
“Ne için istiyorsun parayı, boynuzlanmak için mi?” der demez, adamın bedenindeki kan tepesine sıçradı. Elini kaldırarak, karısının üstüne yürüdü.
Kadın, “Hadi vur” dedi, "Vur da ne olacağını gör! Dövdüğün sövdüğün günler artık geride kaldı. Sana koca olarak da baba olarak da ihtiyacımız yok artık. Başka kadınlarla beni aldatarak bizleri ne duruma düşürdüğüne aldırmazken, aynı şeyi benim yapmam nedense kanına dokunuyor senin. Ne biçim ahlak anlayışı bu? Erkek yapınca adı çapkına hovardaya çıkıyor; erkekliğin şanından oluyor, aynı şeyi kadın yapınca taşlanıyor, lanetleniyor. Gelenek, görenek böyle çünkü. Geleneği, göreneği batsın!”
Kadının bu meydan okuyuşu, adamın sinirlerini hayli gerdi, kendini zor tutuyordu; kadına hırlarcasına; “Ne yani senden mi korkacağım?” dedi.
Kadın, “Korkmazsın, fizik olarak benden güçlüsün. Çünkü kaba gücün köpeğisin sen! Şu anda istesem seni kıskıvrak bağlar, kolunu kanadını kırar, ayaklarımın altında paspas ederim!” Adam gülerek,
-Yok yav! Nasıl yapacakmışsın bunu, yap da görelim!
Kadın, adamı hiçleyen bir ses tonuyla;
-Sevgi hakkında ne biliyorsun sen? diyerek konuşmasını sürdürdü.
Adam, “Nereden çıktı şimdi bu?” diye sormadan edemedi, devamla;
"Görmeyeli kafayı yemişsin sen; yok beni servete boğacakmış, kötürüm edecekmiş, paspas gibi çiğneyecekmiş, şimdi de kalkmış sevgi diye tutturmuşsun. Ne bileyim sevgi nedir? Âlim miyim ben, karşımda boş boş konuşma, karın mı doyurur sevgi? Hadi gel, yatağa geçelim, sevginin ne olduğunu orada gösteririm sana" diyerek yerinden kalktı adam ve yılışarak karısının bedenine sarılmak istedi. Fakat yanaşamadı karısına; karısı, sanki camdan bir fanus içindeydi. Tekrar tekrar hamletti ancak başarılı olamadı. Sonrasında korkuyla sarsılıp, “Neler oluyor burada?” diye haykırdı.
Adamın hayreti korkuya dönüşmüştü; gerçek miydi, rüya mıydı gördükleri; yoksa karısı, ‘iyi saate olsunla'a mı karışmıştı?
Kadın gerçekten gizil güçlere sahip birinin içgüdüsüyle bu kez kocasına; “Sevgi mi, para mı?” diye sordu.
Adam şaşkın bir vaziyette ne yapacağını, ne diyeceğini bilemedi. Çaresizce, “Ne bileyim, filozof muyum ben?” dedi.
Adam, karısındaki bu değişikliklere akıl erdiremiyordu; kadın, şimdi de ‘parayla sevgiyi’ karşı karşıya getiriyor birini seç diyordu. Tabii ki para! Paranın gücü karşısında içi kof bir sevginin ne anlamı olur ki? Ama bunu bu mecnun, bu meczup karıya nasıl anlatacak, ne diyecekti? Bir yandan da korku bedenini sarmaya başlamıştı. Yutkundu ve sessiz kalmayı yeğledi.
Kadın sözlerine devamla,
-Tabii bilemezsin sevgiyi! Sevgi katlanmak demektir, acı çekmek! Sana niçin katlandığımı biliyor musun? Bu ana dek evimin, çocuklarımın ve senin sevgin katlanmamı söylüyordu bana hep. Sevgi sorumluluk demektir başkaları için de yaşamak! Ama sen yoksunsun bütün bunlardan ya da gaflet içindesin; kalbin, kafan, idrakin yok olmuş senin!
Kadın bir an iç dünyasında gezindi. İnsanlar içlerine bakmayı bilmiyorlardı; oysa sevgi, onların iç dünyalarındaydı. Dışarının kiri pası ve iğrenç güç anlayışı üstünü örtüyordu bütün bu güzelliğin. İnsanlar bakar kördüler; gücün büyüsüne kapılıp iç dünyalarını göremiyorlardı. Belki dünyaya bakan gözleri kapatılırsa iç dünyaya bakmaları mümkün olabilirdi!
Kadın, bu içsel güdülenmeyle kocasının gözlerinin içine bakarak, konuşmasını sürdürdü;
"Şimdi gözlerini kör edeceğim senin, dış dünyayı göremeyeceksin! İçine bakmaya mecbur edeceğim seni. Bizlere ve her şeye kalp gözüyle bakmayı öğreneceksin. Güçlü olduğun için bizlere reva gördüğünü ben yapmayacağım; seni köşende oturtup, ben bakacağım sana. Sana sevginin ne olduğunu anlatacağım; sevmeyi, sevilmeyi öğreteceğim!" dedi ve sadece gözlerini yumdu…
Adam, bu kadın çıldırmış diye geçirdi içinden ve kalkıp sıvışmaya yeltendi, ancak gözleri, bir anda hiçbir şeyi göremez olmuştu!
Kadın, gecenin karanlığı ile bütünleşmiş gözlerini gecenin içinden çekerek, oturduğu pencere kenarından kalktı ve derinden bir iç geçirmesi kulaklarına kadar geldi;
“Ah bir geleydin, geleydin de bir göreydin sana edeceklerimi…” diyerek ayağa kalktı.
Çocuklarının yanına varıp, üstlerini örttü, sonrasında yatağındaki yalnızlığına gömüldü.
Mayıs 2025
Marmaris İçmeler