New Orleans! Değişen Hangimiz?

Yaklaşık yarım asır önce gitmiştim bu güzel şehre, bir çömez gemi liman acente müfettişi olarak... Unutulmaz anılar bırakmıştı bende. 

Hele havalimanından otele giderken sahil yolunda neredeyse sokak ortasında gördüğüm koca yük gemisi bende şok etkisi yapmıştı. Zaman zaman oluşan kasırgalardan biri getirip kondurmuş oraya geri de almamış…

On sekizinci asrın sonlarında Fransızlar tarafından kurulmuş olan çok renkli, turistik bir şehir. Renkliliğini zaten varışınızdan birkaç saat sonra fark edersiniz. Vaktiyle Afrika’dan pamuk ve sair benzer plantasyonlarında çalıştırılmak üzere getirilmiş olan siyahi ırk, Karayipler ve diğer yerlerinden gelenlerle tam bir kültür mozaiği oluşturmuş. 

Konuşulan İngilizceyi anlamakta çok zorluk çekmiştim, Fransızca daha yaygındı, zaten en popüler yeri de sık sık gittiğim French Quarter denilen şehrin simgesi olan bölgeydi. Meydanda, sokaklarda Afrikalıların halk müziği blues ve de caz (jazz samsaition) dinleniyordu. (Jazz sampsaition dediğimde aklıma ilk gelen, üniversite yıllarımda caz dinlemeye gittiğim Galata Kulesi olur.)

Eylül ayı idi orada bulunduğum zaman, çok sıcak olmasına karşın hiç beklemediğim bir anda yağmur başladı, nefes almak bile zordu, yalnızdım o an, bir cadde gördüm sığınacak... Saçak altları vardı, sırılsıklam olmuştum, neyse ki beş dakika sonra kesildi yağmur. Sımsıcak bir güneş... Kendime tam gelememiştim ki, birisinin beni kucakladığını hissettim. Beni serbest bıraktığında ikinci şoku yaşadım. KanKan dansı yapmaya çıkmış görünümde salıncakta bir kadın... Mekanın kapısını gülerekten işaretle 'Hadi giriniz' dercesine... Girdim, biraz soluklandım, bir şeyler içip atıştırdıktan sonra dışarı çıkıp caddenin sonuna kadar yürüdüm.

Gündüz vakti olmasına rağmen kalabalık, capcanlı, heyecan dolu, publar restoranlar ama en güzeli, en fazla iki katlı doyumsuz mimariye haiz binalar... Her birine dakikalarca bakakalırsınız. Sonradan öğrendim burası New Orleans (NOLA) ın en meşhur, biraz da abartılmış Bourbon Caddesi. Ve Mississippi Nehri... Gezisi muhteşem. Aligator (timsah) turu da yapabilirsiniz.

Kısaca rengarenk kültür ve tarih kokan muhteşem bir şehir... Hele hele deniz mahsulleri, istiridye, tarak, karides, midye ve balıklar... İlk sarımsaklı ekmeği orada tatmıştım bir balık lokantasında lezzeti hala damağımda...

Bütün bunları niye anlattım ki...

Yaklaşık yirmi beş sene boyunca tüm gördüklerime, Pakistanlısından Fransızına kadar, herkese konusu geldiğinde 'Dünyanın en güzel şehri NOLA' dedim. 

Aradan çeyrek asır geçmiş ve ben bu sefer bambaşka vesile ile yine New Orleans’a gitmiştim. Hayalimde bu sefer Bourbon Caddesi'nin gece yaşantısını görmek de vardı. Uçakta kaptan arkadaşıma anlata anlata bitiremediğim NOLA’nın... Tam bir hafta kaldık şehirde. Gitmediğimiz yer, meydan, sokak, kalmamıştı, işimiz dışında kalan vakitlerde. French Quarter’da caz ve deniz mahsulleri çorbası dışında bir şey kalmadı aklımda. Tam bir hayal kırıklığı... Ve o gün bugün bana dünyanın en renksiz, silik şehri gelir ve bunu söyler dururum... Sonrasında çok düşündüm. Şehir aynı şehirdi. Çeyrek asır öncesine göre, hatta daha da gelişmişti belki de...

Bingo! Buldum. Değişen bendim, şehir değil... 55 yaşındaki 'ben', tanıyamadı 30 yaşındaki 'ben'i... Aslında değişmekte devamlı dünyamız, hayatımız, zevklerimiz, ihtiyaç ve isteklerimiz... Dünya güneşin etrafında dönerken biz de seneler ilerledikçe dönmekteyiz. Değişim hayatın ta kendisi, duygular, istekler, ihtiyaçlar, fiziksel ve ruh halimiz... Değişmeyen ne var ki, iklimler, zevkler, aldığımız keyifler...

Aklıma Ali Poyrazoğlu’nun tam da ilerleyen yaşımızla ilgili öyküsü geldi;

"Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm. Mutfak işinden de anlarım. Donattım sofrayı. Baya uğraştım. Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim. Baya da para gitti. Birinin yediğini öbürü yemez. Ötekinin içtiğini beriki içmez. Dört kişilik sofra kurdum. Mumları da yaktım. Hepsi, Erick Satie severdi. Hatırladım. Müziği de ayarladım. Geldiler. 20 yaşında ben, 35 yaşımda ben, 40 yaşımda ben ve bugünkü ben, dördümüz...

Değişikliği seviyorsanız yolunuz güzel ve açıktır, Hayal ediniz, değişik kültürle tanışınız, kafa yapınızda tecrübelerinizle değişmekte, sabitte kalamazsınız. Ne demiş bir milat öncesi feylosof? 'Değişmeyen tek şek şey değişimdir' Güzel geleneklerimizi, değerlerimizi muhafaza ederek zamanın akışında değişelim ve sevelim değişmeyi, değil mi?

Değişerek, değişime keyifle ayak uydurarak sevgi ile sağlıcakla kalınız...

Heybeliada

11.07.2020

Etiketler Dünya Hayat
Yorumlar
Kalan Karakter 800
Güven Tangöze
NOLA iyiki her iki yaşindada gitmişin ve görmüşün o Fransız etkisindeki ve Doğanın tahrip ettiği o bölgeyi. Her yaşın kendini sınadığı o USA cukurunda neler yaşıyor insan hele kültürlerin farklı frekanslarda dans ettiği siyah ve beyazın şarkılarda uçuştuğu "Ebony and Ivory" mısralarında olduğu gibi . Benimde 1965 senesinde önce San Antonio/Texas ve sonra kara yoluyla Arizona ,New Mexico,California ve nihayet Portland Oregon a gidişim aklıma geldi .Dedim ya hatıralar çağrışım yapıyor tek tek hatırlabildiği kadar.Seni çok iyi anlıyorum bu hatıralarında.Sağlıcakla kal kadim dostum. Güven Tangöze